Ocak 2021’de YouTube kanalım için “Ekonomide Darboğazdan Çıkış Yolu” adlı bir video çektim, orada Türkiye’nin artık ithalata dayalı tüketim ve inşaatla büyüme stratejisinden vazgeçip ithal ikamesi ve ihracatla büyümeyi hedeflemesi gerektiğini savundum. Arkasından konuyu aydınlatıcı 2 video daha çektim: Birincisinde teşviklerle desteklenip gümrük duvarıyla korunan yerli sanayinin bunu istismar etmesinin (yani tüketiciye kalitesiz malı pahalıya satmasının) nasıl engelleneceğini Güney Kore örneğiyle anlattım. İkincisinde ise küresel para bolluğu sonucunda TL’nin dolara karşı aşırı değerlenmesinin kader olmadığını, bizden çok daha fazla yabancı sermaye çeken ve sürekli cari fazla veren Çin’in 25 yıldır yuanı nasıl dolara karşı düşük düzeyde tutabildiğini açıkladım.
Bu videolardan 7-8 ay sonra hükümet artık ekonominin ihracatla büyümesini hedefleyen yeni bir ekonomik modele geçtiğini açıkladı, medyada bu bağlamda hükümete atfen Güney Kore ve Çin örnekleri verildi. Bunun üzerine tanıdıklardan hükümetin benim görüşlerimden yararlanıp yararlanmadığını veya bana danışıp danışmadıklarını soranlar oldu. Belki görüşlerimden yararlanmışlardır ama kesinlikle danışmadılar. Eğer danışsalardı eski modelden yeni modele geçişin bu şekilde ortalığı kırıp dökerek yapılmaması gerektiğini söylerdim.
2002-2008 arasında döviz kurundaki yükselişin enflasyonun çok altında kalmasından, daha doğrusu dövizin bu 7 yıl boyunca yükselmeyip gerilemesinden dolayı (Ocak 2002-Ağustos 2008 arasındaki kümülatif enflasyon % 132, dolar kurundaki artış ise eksi % 28) TL aşırı değerlendi, bu da Türkiye’yi ithalat cenneti yaparken yerli sanayi ve tarımın ayağına pranga oldu. Bu dönemde ortaya çıkan aşırı değerli reel kur düzeyi geçtiğimiz Kasımdaki büyük devalüasyona kadar fazla değişmedi, dolayısıyla Türkiye’nin ihracatla kalkınma yoluna girmesi için kurun önemli ölçüde yükselmesi şarttı; bu konuda hükümetle mutabıkız. Kura büyük oynaklık getiren ve yüksek faiz talebiyle Türk ekonomisi üzerinde şantaj unsuruna dönüşen sıcak paradan kurtulmamız gerektiğini, bunun planlı kalkınmayla bağdaşmayan bir istikrarsızlık unsuru olduğunu da videoda anlatmıştım; burada da mutabıkız.
Mutabık olmadığım husus ise kurun yükseltilme şekli. Bu işin politika faizinin 3 ay içinde % 26 oranında indirilmesiyle yapılması, bir de bunun Fed’in hızla şahinleştiği, bundan ötürü küresel yatırımcıların gelişen ülkelerden soğuduğu bir ortama denk gelmesi, yıllık devalüasyonun 2 ayda % 15’ten % 80’e, yıllık toptan enflasyonun da 2 ayda % 46’dan yine % 80’e yükselmesine yol açtı, ekonomide istikrarsızlık başgösterdi. Bunun yanısıra bir ara 18’e kadar yükselen dolar kurunu frenlemek, vatandaşın dövize hücum etmesini önlemek için tahminen USD 15 mia kadar çok değerli döviz rezervi harcandı, bir de Kur Garantili Mevduat sistemiyle Hazine gereksiz bir malî yük altına sokuldu. Belki bunlardan daha vahimi ise piyasaların, iç ve dış ekonomik aktörlerin ekonomik öngörülerinin alt üst olması ve “Acaba bundan sonra hangi sürprizle karşılaşacağız?” korkusuna kapılmalarıydı.
Peki bu iş nasıl yapılmalıydı? Gayet basit. Döviz kurları politika faizini indirmek yerine Merkez Bankasının piyasadan döviz satın almasıyla yükseltilmeliydi. Yani Merkez Bankası 2002-2008 döviz bolluğu döneminde yapması gerektiği halde yapmadığı işi şimdi yapacaktı. Böylece dövizdeki yükseliş bir noktada kopup giderek ekonomiyi bir Ödemeler Dengesi krizinin eşiğine getirmeyecekti, enflasyon birden zıplamayacaktı, Hazine yük altına girmeyecekti. Belki de en önemlisi, Türkiye döviz rezervi kaybetmeyecekti, bilâkis Merkez Bankasının döviz rezervleri gittikçe yükselecek, dövizde spekülatif atak yapmak isteyenlere Merkez Bankası yükselen döviz rezerviyle sopa gösterecekti.
Merkez Bankasının döviz alım programının önceden açıklanması, aylık nominal devalüasyon hedeflerinin duyurulması da ekonomik aktörlerin belirsizlik korkusuna kapılmasını engellerdi. Sürekli değişen dünya şartları karşısında ne kadarlık nominal devalüasyonun reel kuru rekabetçi düzeye getireceği önceden tam olarak bilinemez, dolayısıyla bu duyuru programın tamamını kapsayacak şekilde olamazdı. Ama en azından ilk aşamada 6 aylık döviz alım programının kur hedefleri açıklanabilirdi.
Elbette olan oldu, ama küresel likiditenin hızla daralacağı, dolayısıyla bizimle aynı ligdeki ülkelerden bazılarının da paralarının devalüe olacağı, dolayısıyla rekabet güçlerinin artacağı, ayrıca belki dünya ticaret hacminin de daralacağı önümüzdeki dönemde bu kadarlık devalüasyonla Türkiye’nin ihracatla büyüyebileceğini sananlar varsa yakında yanıldıklarını görecekler. TL üzerinde yeniden devalüasyon baskısı oluştuğu zaman umarım bu önerim dikkate alınır.