SELİM SOMÇAĞ
Ekonomik Danışmanlık

Bağımsız, Objektif, Güvenilir



TÜRKİYE TÜRK MİLLETİNİN YURDUDUR (24 Kasım 2005)


Kavim veya etnik grup, esas olarak ortak köken ve dil kıstaslarına göre tanımlanan bir insan topluluğudur.   Bu tanıma göre dünyada halen mevcut etnik grupların asgarî sayısı ise 2500’dür.   Bazı dillerin çeşitli lehçelerinin ayrı dil kabul edilmesi durumunda bu sayı 4500’e kadar yükselmektedir.   Tanımından anlaşılacağı üzere,  kavim veya etnik grup esas olarak kendiliğinden,  bir anlamda doğal olarak oluşmuş bir topluluktur.

 

Millet ise böyle değildir.   Millet siyasî ve çağdaş bir kavramdır.   Millet kavramında bir devlet çatısı altında siyasî birlik ve millî bilinç kavramları esastır.   Bunlar olmadan millet olmaz.   Osmanlı Devleti patrimonyal bir hanedan devletiydi;  aynı zamanda bünyesinde birçok kavmi barındıran bir imparatorluktu.   Hanedan devletlerinde ülke hanedanın malı kabul edilir.   Osmanlıcada “mülk” kelimesinin devlet anlamında kullanılması  (bu arada bu kelimenin hâlâ mahkeme duvarlarında yazılı olan “Adalet Mülkün Temelidir” vecizesindeki anlamı da) bu anlayıştan kaynaklanır.   Dolayısıyla Osmanlı hâkim unsurun Türk kavmi,  hâkim ve resmî dilin Türkçe olması hasebiyle bir Türk devletidir,  fakat çağdaş anlamda bir millî Türk devleti değildir.   Bu devlet meşruiyetini Türk milletinin devleti olmaktan değil,  Osmanlı Hanedanının mülkü olmaktan alıyordu.   Binaenaleyh devletin ideolojisi de Türklük esasına değil,  hanedana bağlılığa ve İslâma dayanıyordu.    Bu yüzden Osmanlı padişahları yabancı kökenli,  çoğu Hıristiyan asıllı kadınlarla evlenmekte,  hassa ordularını,  hatta Fatih’ten itibaren devlet adamlarını Hıristiyan kökenli,  kavmen Türk olmayan kişilerden seçmekte beis görmemişlerdir.   Devşirme sisteminin tarihe karışmasından çok sonraları,  imparatorluğun son döneminde bile II. Abdülhamit’in saray muhafızlarının çoğu Arnavut,  geri kalanları da Çerkez ve Kürttü.   Sonraları hanedanın akrabası kabul edilen Söğüt’teki Karakeçili Yörüklerinden bir muhafız alayı kurulması fikri ise Osmanlı aydınları arasında gelişmeye başlayan Türkçülük akımına bir taviz olarak gündeme geldi.

 

Millet ve millî devlet kavramları Batı Avrupa’da kapitalizmin gelişmesi,  burjuvazinin güçlenmesi ve feodal hanedanların iktidarına son vermesiyle ortaya çıkmıştır.   Daha önce belli bir hanedana bağlılık ekseninde biraraya gelen halklar,  cumhuriyet yönetiminde hanedan sistemi geçerli olamayacağı için artık aynı yurt üzerinde birarada yaşama esasına dayanarak devletler kurmuşlardır.   Böylece aynı yurdu paylaşan,  ortak tarihe,  ortak kültüre,  ortak çıkarlara ve ortak bir gelecek tasarımına sahip topluluklar çağdaş milletler,  kurdukları devletler de millî devletler olarak tarih sahnesine çıkmışlardır.   Halen de dünya siyasetinin baş aktörleri millî devletler ve milletlerdir,  ve çevre ülkelerdeki devletleri tasfiye etmek isteyen emperyalist merkezlerin “Küreselleşmeyle millî devletler ortadan kalkacak” propagandasına rağmen görünür gelecekte de bu durumun değişmesi söz konusu değildir.   Demek ki günümüz dünyasında bir halk eğer milletleşebilmişse dünya siyaset arenasında bir aktör olarak mevcuttır.   Aksi takdirde,  Yugoslavya örneğinde görüldüğü gibi,  parça parça kapanın elinde kalacak ve köleleşecektir.

 

Avrupa’da burjuvazi önderliğindeki halk hareketleriyle kurulan millî devletlerin halkı milletleşirken ülkedeki hâkim etnik unsurun adını almış,  bu kavmin dili de resmî dil olmuştur.   Zaten  belli bir coğrafya üzerinde bir kavim hâkim unsur,  o kavmin dili hâkim dil haline gelmemişse o ülke halkının biraraya gelip demokratik devlet kurması mümkün olamaz.   Dolayısıyla bir halk siyaseten millî demokratik devlet kurma aşamasına gelmişse zaten millet olmanın kültürel şartlarını da yerine getirmiştir.   Bu bütün dünyaya millî demokratik devrim,  millî devlet ve millet kavramlarının prototipini armağan etmiş olan Fransa’da da,  Türkiye’de de böyle olmuştur.   Bir ülkede millî devlete ve millete adını veren hâkim unsurun yanısıra başka etnik gruplar bulunması Türkiye’ye özgü bir anormallik değil,  doğal bir durumdur.   Amerika’nın her ırk ve kavimden oluşmuş bir göçmen ülkesi olduğu malûmdur.   İngiltere’nin İskoç,  İrlandalı ve Gallileri,  Fransa’nın Bröton,  Bask,  Korsikalı ve Alsas-Lorenlileri,  Almanya’nın Frizleri,  Sorbları,  artık dilini unutmuş Flaman,  Danimarkalı ve Polonyalıları vardır.   Bir milletin neredeyse tamamen tek bir kavimden oluşması ise ancak İzlanda gibi çok az örnekte rastlanabilecek istisnaî bir durumdur.    Burası da,  adı üzerinde,  bir ada ülkesidir.  

 

Bu tarihî gerçekler Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk tarafından çok berrak olarak kavranmış ve özlü biçimde ifade edilmiştir.   Atatürk’ün 1931’de yazdırdığı Medenî Bilgiler adlı çok önemli eserde millet kavramı şöyle tanımlanır:  “Millet dil,  kültür ve mefkûre (ülkü) birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve içtimaî (toplumsal) heyettir.”   Görüldüğü gibi burada ırksal,  etnik bir kıstas yoktur;  buna karşılık “mefkûre birliği” kavramı mevcuttur ve milletin siyasî bir kavram olduğu da belirtilmektedir.   Demek ki millet kavim gibi kendiliğinden türemiş olmayıp, bir halkın bilinçli kararıyla ve siyasî eylemiyle  teşekkül etmektedir.   Türkiye halkı için bu eylem Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimiyle Cumhuriyetin kuulmasıdır.   Nitekim aynı eserde Atatürk Türk Milletini şöyle tarif etmektedir:  “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”   Bu anlayış içerisinde milletin ülkü birliğine iştirak etmek şartıyla etnik köken olarak Türk olmayan Kürt,  Çerkez,  Gürcü,  Boşnak,  Arap,  Yahudi,  Ermeni Rum gibi kavimlere mensup yurttaşlar da Türk Milletinin bir parçasıdır. 

 

Bunlar çağdaş dünyanın ve Türkiye’nin çok temel ve çok açık gerçekleridir.    Bir daha vurgulamak gerekirse,  millet siyasî bir kavramdır ve milletin bekası ortak bilince dayanır.    Bu bilinç zayıflarsa millet parçalanabilir,  devlet çöker,  halkın ortak çıkarları dış dünyaya karşı savunulamaz,  ayaklar altına alınır.   Atatürk’ün dediği gibi,  “Millî benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin şikârıdır (avıdır).”   Öte yandan uzun süredir emperyalist güçlerin halk arasındaki etnik farkları kaşıyıp kışkırtarak ülkemizi zayıf düşürmek,  milletimizi bölmek için muzazam gayretler sarf ettiklerini de her Türk vatandaşı çok iyi bilmektedir.    Dolayısıyla bu saldırı dalgası karşısında 72 milyonun ortak çıkarları Türkiye’deki millî bilincin ve millî birliğin daha da güçlendirilmesini gerektirmektedir.   Bu bilinç güçlü olduğu takdirde hiç bir emperyalist gücün Türkiye’ye yönelik bir cephe saldırısına cesaret edemeyeceği bilinmektedir.   Bu odakların tek umudu Türk Milletini birbirine düşürerek iç karışıklık ve bölünme yaratmak,  böylece Türkiye’yi zaafa düşürmektir.   Bütün bu gerçekler apaçık ortadayken Türk Milleti kavramını adete reddederek farklı etnik kökenlerden gelen vatandaşlar arasındaki ortak paydanın “anayasal vatandaşlık” gibi aynı millete mensubiyetten çok daha zayıf ve muğlak bir hukukî kavramdan ibaret olduğunu ileri sürmek son derece sakıncalı ve yanlıştır.    Sovyetler Birliği örneğinin de göstermiş olduğu gibi, ortak bir millî bilince yaslanmayan bu çeşit hukukî,  akdî vatandaşlıkların bir ülkenin birliğini sağlamaya yetmediği açıktır.   Ülkemizin etrafı ateş çemberiyle sarılırken Türk Milleti kavramını erozyona uğratmaya çalışmak yangına körükle gitmekten başka anlam taşımaz.   Bazılarının “Türk Milleti” kavramına alerjisi olsa da, bu ülkede yaşayan 72 milyonun ortak adı “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları” değil,  Türk Milletidir.


HUKUKÎ UYARI: selimsomcag.org sitesinde yer alan bilgi, haber ve yorumlar güvenilir olduğuna inanılan kaynaklardan derlenen veriler ve bunlara dayanan kişisel yorumlardır. Kamuoyunu aydınlatmak amacıyla yayınlanan bu bilgi ve yorumlar hiç bir şekilde tavsiye veya yatırım danışmanlığı niteliği taşımaz. Bu bilgi ve yorumlara istinaden yapılacak işlemler sonucunda doğabilecek zararlardan selimsomcag.org hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2014 Selim Somçağ. Her Hakkı Saklıdır.