Bugün Türk ekonomisinin temel gerçeği rekor düzeydeki cari açıktır. Millî gelirin % 6.2’sine ulaşan ve büyümeye devam eden cari açıkla Türkiye dünya rekoru için ABD ile yarış halindedir. Cari açık sorununun iki cephesi vardır:
1. Cari açık büyük ölçüde sıcak para ile, yani yabancıların kısa vadeli finansal yatırımları ile finanse edilmektedir. 1994 ve 2001 krizlerinde görüldüğü gibi, bir noktadan sonra cari açık sıcak para yatırımcısını ürkütüp kaçırmakta, bu da şok devalüasyona ve ekonomik krize yol açmaktadır. Türkiye’nin son iki yılda daha önceye göre daha büyük boyutta sıcak para çekebilmesi bizi aldatmamalıdır. Bunun sebebi 2003’ten beri gelişmiş piyasalarda yeterli kazanç bulamayan finansal sermayenin gelişmekte olan ülkelere her zamankinden daha büyük boyutta akmasıdır, fakat bu sıcak paranın kalıcılık kazandığı anlamına gelmez. Bu bir devirdir, ve dünya ekonomisindeki (ABD’nin dev cari açığını Avrupa ve Uzakdoğu’nun daha ne kadar finanse edeceği gibi) son derece hassas dengelere bağlıdır; dolayısıyla er geç sonu gelecektir. Sonu geldiğinde Türk ekonomisi eroinsiz kalan bir eroinman gibi komaya girecektir. Bu cari açığın sürdürülemezliği, dolayısıyla ekonomiyi kırılganlaştırması meselesidir. Tabiî devlet tahvili ve mevduata gelen sıcak paraya ödediğimiz faiz de ekonomi açısından başka bir kayıptır.
2. Cari açık sorununun ikinci cephesi de çok önemlidir, fakat Türkiye kamuoyunun ekonomi konularındaki düşük bilgi düzeyi ve IMF güdümündeki her çeşit propaganda odağının konunun bu boyutunu gizlemesi sebebiyle henüz yeterince kavranamamıştır. Cari açık ekonominin küçülmesi, dolayısıyla yoksulluk ve işsizlik demektir. Makroekonominin temel denklemi olan millî gelir denklemine göre millî gelir tüketim harcamaları (C), devlet harcamaları (G), yatırımlar (I) ve net ihracat (X – M) kalemlerinin toplamından oluşur.
Y = C + G + I + (X – M)
Buradaki net ihracat kalemi dar anlamda ihracat ve ithalat değil, genel anlamda mal ve hizmet dengesidir, yani cari dengedir. Demek ki bir ülkenin cari dengesi açık verdiği ölçüde o ülkenin millî geliri azalmaktadır. Bunun mantığı da gayet açık ve basittir. İthalatın ihracattan fazla artması, ekonomide mevcut olan toplam talebin giderek artan bölümünün yerli işletmeler yerine yabancı işletmeler tarafından karşılanması demektir. Bu da Türkiye içindeki katma değer üretiminin, dolayısıyla katma değerlerin toplamı olan millî gelirin azalması demektir. Eğer dış ticaret açığındaki artış Türkiye’de olduğu gibi döviz kurunun aşırı düşük kalmasından kaynaklanıyorsa, yerli üretici karşılaştığı fiyat rekabetinden dolayı giderek azalan katma değer (kâr ve ücret) oranlarıyla satış yapmak durumundadır. Bu durumda hem yerli üretimin artış hızı düşer (hatta şu anda tekstil-konfeksiyonda gördüğümüz gibi üretim gerileyebilir), hem de üretimden sağlanan kazanç azalır ki, bu da ikinci bir yoksullaşma kaynağıdır. Bu itibarla zaman zaman duyduğumuz “ithalatla büyümek” sözü makroekonominin temel mantığına aykırı, çelişkili, saçma bir sözdür. Bunun yerine “ekonomide ortaya çıkan tüketim ve yatırım talebinin ithalatla karşıladığı” söylenebilir, çünkü büyümeyi sağlayan ortaya çıkan taleptir, ithalat değildir.
Cari açıkla ilgili olarak yapmamız gereken son tespit şudur: Türkiye’nin mevcut cari açığının temelinde dış ticaret açığının büyümesi yatmaktadır. Dış ticaret açığının büyümesi ise hemen tümüyle son üç yıldır döviz kurunun düşük kalmasından, daha doğru bir ifadeyle döviz kurlarının enflasyon oranı kadar artmamasından, yani Türk Lirasının döviz karşısındaki reel dğerinin artmasından kaynaklanmaktadır. Kısacası cari açık aşırı değerli TL’nin bir sonucudur. TL’nin aşırı değerlenmesi ise iki şarta bağlıdır: 1. Ülkeye cari açıktan daha büyük boyutta sermaye girmesi. Bu son üç yılın sıcak para furyasıyla gerçekleşmiştir ve bu furya halen sürmektedir. 2. Ne var ki ülkeye sıcak para akması kurların düşmesi için gereklidir, fakat yeterli değildir. İkinci şart Merkez Bankasının piyasaya giren fazla dövizi satın almayıp piyasada bırakmasıdır. Merkez Bankası üç yıldır bu şekilde hareket etmektedir. Halbuki Merkez Bankasının piyasayı dolduran dövizi satın almasının önünde hiç bir engel yoktur. Merkez Bankasının bu şekilde davranması tamamen kendi tercihidir, daha doğrusu IMF’nin talimatı gereğidir. Dolayısıyla Türkiye’nin şu anda karşı karşıya kaldığı dev cari açık Merkez Bankasının eseridir.
Şimdi bu hatırlatmalardan sonra Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin Salı günkü basın açıklamasını değerlendirelim. Konu enflasyondu, ama ekonominin temel sorunu cari açık olduğu için Serdengeçti’nin konuşması Merkez Bankasının cari açık konusunda kendini savunması niteliğindeydi. Bu çerçevede Serdengeçti cari açık-reel kur konusunda şöyle bir savunma yaptı:
“Reel kurun ihracatın tek ve ana belirleyicisi olmadığı iyi anlaşılmalı, yapısal unsurlara odaklanılması gerektiği bir kez daha vurgulanmalıdır.” Peki neymiş o yapısal unsurlar: “İstihdam üzerindeki vergi yükünün azaltılması, enerji maliyetlerinin düşürülmesi, rekabetin arttırılması, yatırım ortamının iyileştirilmesi.”
Burada bir demagoji ve çarpıtma örneğiyle karşı karşıyayız. Bir kere konu cari açık. Buradan meselenin kökü olan dış ticaret açığına gelebiliriz, fakat konuyu sadece ihracata indirgeyemeyiz. Mesele sadece ihracatın yeterince artmaması değil, dış ticaret açığının, ona bağlı olarak da cari açığın çok büyümesi. Dış ticaret açığının artması da, aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, tamamen reel kurun değerlenmesinden kaynaklanıyor. Bu bir. İkincisi, ihracatın yalnızca reel kur tarafından belirlenmediği genel bir teorik doğru, ama bu bugün Türkiye’nin ihracatının önündeki en büyük engelin aşırı değerli TL olmadığı anlamına da gelmez. Şu anda TL’deki aşırı değerlenme (Aralık 1999’a göre ) % 57 oranında. Serdengeçti’nin saydığı enerji maliyeti ve vergilerin yüksekliğinin Türk mallarının rekabet gücüne yaptığı olumsuz etki herhalde % 57 değildir. Dış talepte bir sorun, dünya ticaret hacminde bir daralma da olmadığına göre elbette Türkiye’de ihracatın yeterince artmamasının en önemli sebebi TL’nin aşırı değerli olmasıdır, dolayısıyla Serdengeçti’nin iddiası bu bakımdan da gerçek dışıdır. Ayrıca üretim maliyetleri üzerindeki bu ağır vergi yükü de IMF programının diğer bacağı olan % 6.5 faiz dışı bütçe fazlası şartının bir ürünüdür. Serdengeçti bu ekonomik yıkım programına evet diyerek IMF’nin onayıyla göreve gelen ve geldiğinden beri de canla başla bu programın avukatlığını yapan bir kişidir. Şimdi cari açıktaki sorumluluğundan ötürü sıkışınca topu baştan beri savunduğu IMF programının maliye bacağına atması da son derece tutarsız ve ilkesiz bir davranıştır.
Serdengeçti’yi dinlemeye devam ediyoruz.. Merkez Bankası Başkanı cari açık konusunu sanayi üretimindeki vergi yüküne indirgeyip kur politikasını gargaraya getirdikten sonra ithalatın meziyetlerini anlatmaya geçiyor: “Elde ettiğimiz büyüme rakamlarına ithalat olmadan ulaşılması pek mümkün değildir.” Yukarıda açıklamış olduğum gibi, millî gelir denkleminde ithalatın işareti eksidir, yani ithalat arttıkça ekonomi büyümez, küçülür. Bu makroekonominin en temel ilişkilerinden biridir. Yapılan ithalatın tüketim, yatırım veya ihracatta kullanılması bu durumu değiştirmez. Tüketim, yatırım veya ihracat talebi ithalattan dolayı artmamıştır, ithalat sadece bu talep artışını karşılamıştır. Eğer TL aşırı değerli olmasaydı bu talebin büyük bölümü yerli üretim tarafından karşılanacak ve ekonomi o ölçüde büyüyecekti. Dolayısıyla hangi açıdan bakılırsa bakılsın, ithalatın büyümeye katkı yaptığını söylemek mantık ve bilim dışıdır, çarpıtmadır. Ülkemizin merkez bankası başkanının Türk ekonomisini yıkıma sürüklemekteki sorumluluğunu gizlemek için iktisat bölümlerinin birinci sınıfında okutulan en temel ekonomik ilişkileri çarpıtması, gerçek dışı iddialarda bulunması utanç vericidir.
Konuşma ilerledikçe Serdengeçti’nin inanılmazlık boyutu artıyor. Okurların ruh sağlığını zorlamamak için konuyu son bir örnekle noktalıyorum. Cari açığın nasıl kapanacağı sorusuna Serdengeçti şu cevabı veriyor: “Dalgalı kur rejiminde döviz kuru bu vazifeyi görür.” Evet, inanamakta güçlük çekebilirsiniz ama aynen böyle. Ekonomi yetkililerine göre 22 Şubat 2001’den beri dalgalı kurdayız, devalüasyondan sonra fazla vermeye başlayan cari denge “dalgalı kur ortamında” dört yıl içinde 4 milyar dolar fazladan 22 milyar dolar cari açığa dönmüş ve Türkiye’nin Merkez Bankası Başkanı hâlâ “ Dalgalı kurda cari açığı döviz kuru dengeler” diyebiliyor. Pes doğrusu.
İthalatla ilgili sözlerinden makroekonomi konusundaki bilgisinin epey zayıf olduğunu anladığımız Serdengeçti’ye bu konuda da biraz yardımcı olayım: Döviz arz-talebinin cari işlemleri dengeye getirmesi mantığı bir ülkede sermaye hareketlerinin serbest olmaması halinde geçerlidir (Türkiye’de 1989 yılı öncesinde olduğu gibi). Bir ülkeye mal ve hizmet hareketlerinden bağımsız sermaye giriş çıkışı olabiliyorsa ve sıcak paranın değerlenme şartları mevcutsa (yani sıcak para döviz bazında Batı ülkelerine göre daha yüksek faiz elde edebiliyorsa), dış açık büyüse de döviz kuru çok uzun süre yükselmeyebilir, bu arada da ülkenin cari açığı tehlikeli boyutlara yükselir. Örnek: Türkiye 2002-2005. Dolayısıyla bugünün Türkiyesinde dalgalı kurun dış açığı dengeye getireceğini ileri sürmek büyük bir cehalettir, düpedüz saçmalamadır.
Bir Merkez Bankası Başkanının bunları söylediğini duymak ülkemizin selameti ve devletimizin haysiyeti açısından son derece üzücü. Tabiî Serdengeçti bu trajikomik oyunun sadece oyuncusu. Oyunun yazarı ve yönetmeni ise IMF.