SELİM SOMÇAĞ
Ekonomik Danışmanlık

Bağımsız, Objektif, Güvenilir



Röportaj : Amerikan Kredisine İhtiyacımız Yok (Gerçek Hayat, Sayı 124, Mart 2003)


Türkiye'nin ekonomik durumu ABD'ye boyun eğmeyi gerektiriyor mu sizce?
 
Türkiye'nin bu yıl 73 milyar dolar borç ödemesi gerektiği ileri sürülüyor. Hükümet son derece çelişkili bir tutum içerisinde. Aslında rakam söylendiğinden de fazla. 150 katrilyon iç borç, 14 milyar dolar da dış borç var. Tayyip Erdoğan bir kere bu konularda bilgili değil. Fakat seçim kampanyası sırasında iç borç sorununu öteleme formülüyle çözeceklerini, benzer bir problemi İstanbul Belediyesinde de aynı şekilde çözdüklerini söylemişti. Yani iç borç ödemelerinin zamana yayılması, teknik ifade ile konsolidasyon. Madem böyle mucizeviÎbir formüle sahip -ki bence de iç borç sorununun başka türlü çözülmesi mümkün değildir - şimdi neden bu iç borçlar Amerika'dan para gelmezse ödenemez diyor? Kaldı ki Amerika'dan gelecek para da kredi şeklinde. Yani kendi söylemi içerisinde tutarsızlık var. Önce hafife alan bir tavır sergiledi, şimdi ise bunun başa çıkılmaz bir sorun olduğunu, ancak ABD yardımı gelirse iç borçların ödenebileceğini söylüyor. Demek ki 3 ay önce iç borç sorunuyla ilgili yanlış bir değerlendirme içerisindeymiş.
 
Bu sadece bir yanılgı mı?
 
Ya da samimiyetsizmiş, kandırıyormuş diyeceğiz. Bir kere bu yıl yapılması gereken ödeme Erdoğan'ın söylediğinin de biraz üzerinde. Yaklaşık 90 milyar dolar gibi bir meblağ var. Ama bunun ödenmesi için bizim çok büyük miktarda dış yardıma ihtiyacımız yok. Devletin bütçe açığı başka bir şeydir, ülkenin ödemeler dengesi açığı, günlük dile aktarırsak döviz açığı başka bir şey. İç borçların ödenmesi için dövize ihtiyaç yok. Bu, bankalar ve hazine arasındaki bir itfa ve yeniden borçlanma döngüsüyle gidiyor. Yani hadise "benim ödemelerim var, bir yerden para bulup bu parayı bankalara vereceğim ve hesap kapanacak" şeklinde cereyan etmez. Olayı bu şekilde sunmaya çalışıyorlar. Bu bir yalan. Amerika dahil dünyanın hiçbir yerinde kamu borçları bu şekilde ödenmez. Yani Erdoğan, sadece ödenmesi gereken miktarı söyleyerek, bu sene içerisinde iç borçlanma piyasasında bankalardan ve banka dışı kesimden Türkiye Hazinesine girecek miktarı söylemeyerek milleti yanıltıyor. Dış borçlarda durum daha farklı. Onların büyük yatırımları içerisinde bizimle olan ilişkileri denizde damla gibi kalır ve bunu yenilemek zorunda da değiller. Fakat orada da bu sene için mevcut olan rakam Türkiye'nin mevcut döviz varlıkları karşısında Amerika'ya boyun eğmeyi gerektirecek kadar -bu arada bence hiçbir ekonomik şart Amerika'ya boyun eğmeyi gerektirmez- dramatik değil. Ayrıca Amerika'dan geleceği düşünülen paranın 30 milyar olduğunun söylenmesi bir aldatmacadır. Amerika'nın böyle bir parayı Türkiye'ye vermesi gerek Amerika'nın kendi ekonomik durumu, gerekse Türkiye'ye karşı olan stratejisi itibariyle mümkün değil.
 
Önce IMF politikalarıyla ekonomi çökertildi. Ardından ekonomide kendisine teslim olmuş fakat dış politikada direnmeye çalışan hükümet Kemal Derviş vasıtasıyla çökertildi. Şimdi de halkı bu işgale ikna etmek için ekonominin bozukluğunu bahane ediyorlar. Böyle bir durumda Amerika, Türkiye'yi ekonomik olarak rahatlatacak kadar bir kaynağı Türkiye'ye verir mi? Vermez. Bu Amerika için bir çelişki olur. Yani Amerika öldürmeden süründürme politikası izliyor. 6 milyar dolarlık bir hibeden sözediliyor. Bunun 2 milyar doları askerî kredi olacakmış. Geri kalan 4 milyar dolar için de isterseniz hibe olarak, isterseniz her bir milyar dolarlık hibe yerine 6 milyar dolarlık kredi verelim diyorlar. Şimdi ekonomiden anlamayan bazı kişiler ve bazı Amerikan ajanları da bilinçli olarak diyorlar ki: "Ne olacak, düşük faizli bir kredi bu. 4 milyar dolar nerede 24 milyar dolar nerede? Biz kredi olarak kabul edelim." Bir kere 24 milyar doları Amerikan Hazinesi cebinden çıkartıp vermez. Amerika'nın dediği şey, dış borçlanmamıza Amerikan garantisi vermekten ibaret. Yani bize kefil olacaklar. Böylece uluslararası finans piyasasına şu imâ ediliyor: Bu ülke morotoryumun eşiğindedir. Borçlarını ödeyememe riski çok büyüktür. Ama ben Amerika olarak bunlara kefil oluyorum.
 
Yani sözü edilen dolarlar hayalî?
 
Elbette. Türkiye Hazinesi, döviz cinsi tahvil ihalesine çıkacak, sadece bunların arkasında bir Amerikan desteği olacak. Türkiye çıkıp ben 24 milyar dolarlık borçlanma tahvili ihraç ediyorum da diyemez, çünkü uluslararası piyasada Türkiye Hazinesinin yıllık borçlanma limiti 4 milyar, bilemedin 5 milyar dolardır. Bütün bu anlattıklarım da normal şartlar altında, yani Irak savaşının çıkmayacağını düşünürsek geçerli.
 
Kamuoyu yanıltılıyor mu yani?
 
Hem de kuyruklu bir yalanla. Türkiye zaten IMF politikasıyla çıkmaz bir sokağa girmiştir. Faiz dışı fazla diye bir belâ çıkarılmıştır. Türkiye'nin borç stokunu ancak böyle eritebileceği söylenmiştir IMF tarafından. Bu Türkiye ekonomisi açısından büyümeyi engelleyen bir durumdur. Optimal bir maliye politikası uygulamasında faiz dışı fazlaya yer yok. IMF önce 2000'de Türkiye ekonomisini batırdı. Bu yetnmedi, Kemal Derviş'i gönderdi ve birtakım muhasebe oyunlarıyla Türkiye'nin kamu borcunu millî gelirin yüzde 60'ından yüzde 90'ına çıkarttırdı. Ondan sonra da çok fazla borcunuz var, bunu ancak faiz dışı fazla vererek ödeyebilirsiniz dedi. Böylece Türkiye ekonomisi borç ödemeye endeksli hale geldi. Brezilyanın IMF'ye bizden çok daha fazla borcu var ama, orada bile faiz dışı fazla oranı bizdeki yüzde 6.5'tan çok daha az. Türkiye'nin bu çıkmaz sokakta tutulması konusunda herhangi bir Latin Amerika ülkesine oranla çok daha fazla ısrar var. Çünkü Türkiye; Ortadoğu, Kafkasya, Anadolu ve Orta Asya'yı kapsayan bir coğrafyada Amerika'nın kurmak istediği yeni düzenin anahtarıdır. Amerika bu projeyi 10 yıldan beri hazırlıyordu ve 2 yıldır da bunu uygulamaya koydu. 1999 itibariyle Türkiye, büyük sermayesiyle, medyasıyla, üniversitesi ve aydınlarıyla ve üst düzey bürokrasisiyle Amerika'ya bağımlı hale getirildiği için bu duruma karşı çıkacak adam kalmamıştı. Bunlara karşı olan bizim gibilerin sesi de duyulmuyor malûm.
 
Peki IMF'nin dayattığı programlardan kurtulmak mümkün mü?
 
Pek tabiî. Aslında sorunların çözümü çok basit. İç borçta hiçbir sorun yok çünkü bunun büyük çoğunluğu bankaların elinde ve bankaların kriz sonrasında mali bünyeleri o kadar bozuldu ki devletle pazarlık etme güçleri kalmadı. Fakat yabancı ortakları var ve başka işlerle de uğraşıyorlar. Adam Coca Cola'cı. Amerika'yla göbek bağı var. Oradan aldığı destekle Türk hükümeti ve bürokrasisi üzerinde baskı kuruyor. Hiç kimseye diyet borcu olmayan, gücünü yalnızca halktan alan bir hükümet iş başına geldiğinde iç borç meselesi kolaylıkla çözülebilir. Tayyip Erdoğan'ın da seçim kampanyası yürütürken söylediği gibi konsolidasyonla. Dış borcu kendi içimizde çözemeyiz. Çünkü işin içinde döviz var. Ama orada da şöyle bir gerçek var. Türkiye Hazinesinin dış borcunun yüzde 70'i de Türk bankalarındadır. Borç bini aşmışsa bir devlet için yapılacak şey yeniden yapılanmaya gitmektir. Yani borcu zamana yaymaktır. "Aksi takdirde biz size hiçbir şey ödeyemeyeceğiz, gelin anlaşalım" diyeceğiz. Deniyor ki bu riskli çünkü bize daha sonra para vermezler. İlişkilerini büsbütün keserler. Bu da başka bir kuyruklu yalan. Türkiye ekonomik olarak çok büyük bir ülke. Kimse Türkiye'yi dünya finans camiasından dışlamayı göze alamaz. Türkiye'nin 35 milyar dolar görünen ihracatı var. 10 milyar dolarlık turizm geliri var. Yani dış dünyaya kayıt altında 45 milyar dolarlık mal ve hizmet satışı var. 50 milyar dolarlık ithalatı var. Bunun yüzde 60'tan fazlası Avrupa Birliği ülkelerindendir. Kimse Türkiye'yi bu sene ödemesi gereken 14 milyar dolar yerine 7 milyar dolar ödedi diye dışlamaz. Sonra Türkiye'nin stratejik önemi var. Bu Türkiye'yi Amerika'ya peşkeş çekerek değerlendirilmez ki. Tam tersine pazarlık gücünü artıran bir şey olarak görmelisin stratejik konumunu. Ayrıca IMF sadece Amerika'nın borusunun öttüğü bir yer değil. Amerika'nın söz hakkı sadece yüzde 17'dır, Avrupa Birliği'nin ise yüzde 39. Aslında Irak savaşı bu konuda bir fırsat doğurdu Türkiye'ye. Almanya-Fransa blokunun Amerika'yla aralarına kara kedi girdi. Bu NATO'dan sonra IMF'e de yansıyacaktır.
 
Türkiye bu fırsatı değerlendirip IMF ile avantajlı bir ilişki kurabilirdi mi?
 
Tabii, tabii. Büyük devletler arasındaki bu çıkar ayrılıklarından, gerginlik ve kopuşlardan istifade etmek lazım. Zaten Kurban Bayramından önce Almanya ve Fransa Büyükelçileri bu konuda mesajlar verdi. Fransa Büyükelçisi, "2001 Şubat devalüasyonu sonrasında IMF'de Türkiye hakkında yapılan görüşmelerin tutanakları kamuoyuna açıklansa çok şaşırırsınız" dedi. Batı dünyası blok halindeyken IMF'nin tek patronu Amerika gibi görünür ama bölündükleri zaman iş değişebilir. NATO'nun da bir zamanlar tek patronu Amerika'ydı. Şimdi bölündü, hatta NATO diye bir şey kalmadı. Almanya Büyükelçisi 17 Şubat'ta "Bir çok Alman işadamı Türkiye'ye yatırım yapmaya hazırdır. Yalnız bölgede barışın devam etmesi gerekir." dedi.
 
Neden Türkiye'yi yönetenler bu mesajlara aldırış etmediler?
 
Çünkü kendi menfaatlerini Amerika'nın emelleriyle tevhid etmiş durumdalar. Önce borcumuzun çok fazla olduğu, daha fazla borç almamamız gerektiği, borçlarımızı ancak faiz dışı fazla ile ödeyebileceğimiz söylenmişti. Bugün aynı ağızlar "durumunuz çok kötü bunun için Amerika'dan 20-30 milyar dolar daha borç alın" diyorlar. Biz Tayyip Erdoğan'ın hesabıyla 73 milyar dolar borcumuzu ödemek için Amerika'ya topraklarımızı açarsak, 30 milyar dolar daha borçlandığımızda ne yapacağız? İstanbul'u mu vereceğiz?
 
Kendi çıkarlarıyla Amerika'nın emellerini tevhid etmekten sözettiniz. Bunu biraz açar mısınız?
 
Ben istihbaratçı değilim ama ortada olan bir şey var: 11 Eylül olayının ardındarn Ekimde Amerika Irak lâfı etmeye başladı. Kasımda bu iş sonuçlandı ve Aralık ayında Amerika Savunma Bakanı Rumsfeld Türkiye'ye geldi. Fakat o zamanki Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu Rumsfeld'le görüşmedi, çünkü o sırada Rusya'ya uçuyordu. Orada Rus Genelkurmay Başkanıyla ortak bir deklarasyon yayınlayarak her iki ülkenin de Irak'ın toprak bütünlüğünden yana olduğunu söyledi. O zamanki Başbakan Ecevit de bu çizgideydi. Kısa süre sonra Amerika'nın gönderdiği Ekonomi Bakanı Derviş, "Irak konusunda müttefikimiz olan Amerika'yla birlikte hareket etmeliyiz" şeklinde demeçler vermeye başladı. Mevcut hükümetle bu işin kotarılamayacağı anlaşılınca Kemal Derviş, Ecevit'in hasta olduğu, bunun ekonomide büyük bir belirsizlik yarattığı, ekonominin selâmeti için seçime gidilmesi gerektiği şeklinde bir retoriğe başladı. Daha sonra olanları biliyorsunuz. 57. Hükümetin yıkılması tamamen Kemal Derviş yapımı bir film olarak devreye girdi. Gizli gündemi olmayan hangi politikacı, mensubu bulunduğu hükümetin başbakanının hasta olduğunu medyaya ihbar eder? Ecevit'in zaten ekonomik programa bir dahli yoktu. IMF programı Derviş tarafından uygulanıyordu. Ecevit'in sağlık durumu sebebiyle DSP içinden başka bir isim başbakan olsa hiçbir çalkantı olmazdı. Bir fıkra vardır: Adamın biri doktora gitmiş. Doktor da "hastalığının iyileşmesi için sana bir ilaç yazacağım. Bunu yutunca iyileşeceksin; yalnız sakın ha ilacı alırken aklına tavşan getirme" demiş. Derviş'in de yaptığı böyle bir şeydi. Adam her gün "Ecevit'in durumu çok kötü, piyasalar bundan etkileniyor" demeye başlayınca doğal olarak piyasalar dediğimiz yaratık da huzursuzlandı. Yani Türkiye'nin erken seçime sürüklenmesinin bir Amerikan oyunu olduğu gün gibi ortada.
 
3 Kasım seçimleri ABD'nin işi miydi?
 
Biz polis değiliz. Bu yüzden elimizdekiler aklî deliller. Şu kesin: Amerika'dan para gelmezse ekonomi çöker iddiası palavra. Para gelince düzeleceği de. Tayyip Erdoğan da cesur bir hükümetin Amerika'ya boyun eğmeden bu işi çözebileceğini biliyor.
 
Meclis 'Tezkere'ye evet deseydi Türkiye'nin ekonomik açıdan iddia edilenin aksine dezavantajlı duruma geleceğini söylüyorsunuz. Peki bunun tarihsel ve aktüel anlamda politik karşılığı nedir?
 
Sorunuzun cevabı için öncelikle Amerika'nın ön Asya stratejisini anlamamız lazım. Bir kere Amerikan ekonomisi yapısal olarak sorunlu bir ekonomidir. Çok ciddi bir tıkanmayla karşı karşıya. Avrupa da pek büyüyemiyor. Sanılanın aksine Japonya'nın da durumu hiç parlak değil. Çin ekonomisi ise son 20 yıldır yıllık ortalama yüzde 8 oranında bir hızla büyüyor. Bu gidişle 10 sene içerisinde Çin ekonomisinin büyüklüğü Amerika'nınkini milli gelir anlamında geçecek. Çin aynı zamanda bir nükleer güç. Bir milyar yüz milyonluk bir nüfusa sahip ve Amerika'ya hiç boyun eğmemiş çok köklü bir kültürü ve bağımsız devlet geleneğine sahip. Rusya da Amerika'nın umduğu kadar çökmüş bir ülke değil. Bunlar arasında Amerika tehdidine karşı bir flört başlamış durumda. Bu durum Amerika'yı ürkütüyor. Askeri güç ve dünya hâkimiyeti Amerika için iç içe geçmiş şeyler. Ekonomik işbirliğini sürdüremezse askeri ve siyasi hakimiyeti de kalıcı olamaz. Eğer Çin, Rusya ve fakir olmasına rağmen potansiyel bir güç olan Hindistan olmasaydı, yani dünyadaki büyük güç veya potansiyel büyük güçler sadece Batı Avrupa ve Japonya'dan ibaret olsaydı Amerika bu saldırganlığın içine girmezdi. Çünkü kendisi de büyük risk almış oluyor. Dolayısıyla bu korku içerisinde hareket ediyor Amerika. Kendi iç dinamikleriyle ekonomisini düzeltemeyeceğinin farkında. 20 yıldır uğraşıyorlar fakat ekonomilerini canlandıramadılar. Türkiye, Brezilya, Arjantin, Endonezya, Meksika, Tayland, Güney Kore gibi ülkelerde sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasının, iç ve dış borçlanma yaptırılmasının ve dövizin serbest bıraktırılıp, borsalar kurdurulmasının altında bu yatıyor. Fakat bu çabalar sadece düşüşte paraşüt etkisi yapıyor. Çin'in son 10-15 yıldır girdiği atak Amerika'yı paniğe sevkediyor. Amerika en sonunda Çin'in dinamizmine ulaşamayacağını anladı. 11 Eylül bunun ifadesidir aslında. Yarışa girdin; birinci olman şart. Olamazsan idam edileceksin. Yanındaki adam seni sollamaya başlamış, seninse nefesin kesilmiş durumda. Ne yaparsın? Adama çelme takarsın. Amerika'nın yaptığı bu. 1990'ların başından itibaren stratejisi, dünyanın doğal gaz ve petrol havzalarını, üretim ve nakil hatlarını denetim altına almak ve bu şekilde Avrupa Birliği, Rusya, Çin ve Hindistan üzerinde hegemonya kurmak. Taliban'ı bunun için yarattı. Bunlar kuzeydeki Tacik bölgesinin bir kısmına ve Özbek-Türkmen bölgesine giremedi ve orada tıkandı proje. Bush'un bir darbeyle iktidara getirilmesiyle Afganistan hadisesine köklü bir çözüm getirildi. Taliban yapamazsa direkt Amerika yapar şeklinde cereyan etti olay. 11 Eylül olmadan önce Türkmenistan'dan ve Kazakistan'dan Çin'e uzanacak doğal gaz ve petrol boru hattı projesi vardı. Bu konuda prensipte anlaşma sağlanmıştı. Amerika'yı telâşa şsevketti bu. İşin içinde Japonyada vardı. Büyük Okyanustan Japonya'ya da ulaşacaktı bu hat. Şimdi ise UNICOL adında bir şirket Türkmenistan, Afganistan, Pakistan boru hattını döşemekle meşgul. Yani 1995-2001 arasında Taliban'ın yapamadığını, Afganistan'ı Amerikan petrol şirketinin doğal gaz boru hattının geçebileceği güvenilirlikte bir ülke haline getirme işini kendisi yaptı 11 Eylül sonrasında. Afganistan'da savaş sonrası Amerikancı kukla hükümetinin kurulması sırasında görev alan Halilzad isimli adam UNICOL'un adamıdır ve bu adam şu anda Kuzey Irak'ta peşmergeleri Türkiye aleyhine kışkırtıyor. Dünya doğal gaz ve petrol haritasına bakalım. İran, Irak, yoldan çıkma ihtimali olan Suudi Arabistan ve Hazar'ın batısı yani Azerbaycan, Gürcistan ve Kafkasya. Amerika'nın gayesi bütün bu bölgeyi tamamen kontrol altına almaktır. Gürcistan'da bir üs kurdu, Pankisi Vadisinde. Kosova'da da çok büyük bir Amerikan üssü var. Demek ki Amerika nereye girdiyse orada kalıcı bir üs kuruyor. Bütün bunlar büyük bir planın parçaları. Dünya mevcut petrol rezervlerinin yüzde 25'i Suudi Arabistan'da, yüzde 12-13 civarındaki kısmı Irak'ta, bir o kadarı da İran'da. ani dünya petrolünün yüzde 65'i Ortadoğu'da. Yüzde 10 gibi bir kısmı da Hazar çevresinde. Amerika buraya oturdu mu petrolün yüzde 75'ini kontrol etmiş olacak.
 
Türkiye'nin bu hesaplarda yeri neresi?
 
Türkiye bütün bu hesapların tam ortasında. Amerika bölgeye Akdeniz'den ulaşacak. Yani Amerika'nın projesi için Türkiye şart. Bu proje Irak'la bitmiyor. Hedef Irak yönetimi ya da Saddam değil. Kitle imha silahlarının palavra olduğu ortada. Tek derdi Irak petrolleri olsa Saddam canını kurtarmak için bedava bile verirdi. Amerika'nın, kurmak istediği Ön Asya hakimiyeti için bir üsse ihtiyacı var. B unun için de dikensiz bir gül bahçesine. Bu projeye kucak açacak tek halk Kuzey Irak Kürtleri. ABD'nin de amacı orada bir kukla devlet kurmaktır .Türkiye şayet buna âlet olsaydı sadece burayla ilgili şimdiye kadarki siyasi geleneğine değil, bütün Türk ve İslam dünyasına da ihanet etmiş olacaktı.
 
Peki bu projeye âlet olsaydı Türkiye'nin akıbeti ne olurdu?
 
Irak'ın kuzeyinde böyle bir devlet kurulursa Türkiye'nin akıbeti ne olur? İlk etapta Amerika Türkiye'ye fazla bulaşmayabilir. Burada Kürt Devleti adını taşıyan bir devlet kurulursa bunun çevre ülkelerdeki ayrılıkçı Kürt hareketler için bir çekim merkezi olacağı kesin. Zaten 4500 PKK'li şu an o bölgede. Burada kurulacak bir Kürt devletinin Musul ve Kerkük'teki Türklere katliam uygulayacağı ve Musul-Kerkük petrollerine el koyacağı ortaya çıktığında Türk hükümetinin tavrı değişecektir. Zaten mevcut projede bunlar da hesap edilmiş durumda. Ne olacak? Kurulacak Kürt devletinin sınırları genişletilecek. Zaten bir sürü farklı Kürdistan haritası var. Kuzey Irak'taki muhalif grupların, Talabani ve Barzani kuvvetlerinin web sitelerine bakın. Kuzey Irak'a gitme imkânı olanlar oradaki resmi dairelerin duvarlarında, sokaklarda satılan posterlerde ve okul kitaplarında da görebilirler. Resmî bir Kürt devleti olmadığına göre bu harita bir etnik haritadır ve etnik harita da zamanla değişebilir. Fakat Amerika'nın bu muhalif kuvvetleri etkisi altına almasıyla muhtelif haritaların yerini tek bir harita aldı. Üstelik esas alınan şey Kürtlerin etnik dağılımı değil. Bu haritada iskenderun Körfezinden denize çıkış var. İskenderun, Dörtyol, Birecik bölgesi Kürt nüfusun çoğunlukta olmadığı yerlerdir. Ama olduğu gibi Kürdistan ilân edilmiş. Neden? Çünkü Akdeniz'e çıkış lâzım.
 
Bu harita Türkiye'nin ne kadarını kapsıyor?
 
Oldukça geniş bir bölgeyi. Yukarıda Kars'ı, güneyde İskenderun'u içine alıyor ve Ankara'ya değil ama Sivas'a dayanmış durumda. İş bu aşamaya gelirse Türkiye de topraklarını silahla savunmak durumunda kalacaktır. Ama Amerika Türkiye ile cepheden karşı karşıya gelmeyi göze almaz. Bunun için de kurbağa taktiği uygulatıyor. Kurbağa soğuk kanlı bir hayvan;vücudunun sıcaklık adaptasyonu yüksektir. Kurbağayı 25 derece oda sıcaklığında bir tencerenin içine koyun, içini su doldurup kısık ateşte yavaş yavaş ısıtın. Çok yavaş ısındığından kurbağa bir noktadan sonra sıcaklığın kendisi için tehlikeli bir noktaya geldiğini anlayamıyor. Tencerenin kapağı açık, istese sıçrayabilir ama bir türlü anlayamıyor ve haşlanıyor. Türkiye'ye de böyle anestezi veriliyor. Ekonomi falan bahane. Bağımsız, hükümran bir devlet, hangi sebepten olursa olsun ve hangi devlete ait olursa olsun, dost, müttefik, kardeş farketmez, kendi topraklarına yabancı asker sokmaz. 300-500 kişi gelebilir ama denetim altına almakta zorluk çekeceğin, yani ülkemden çık dediğinde rıza göstermemesi halinde çatışmaya girmek zorunda kalacağın sayıda askeri topraklarına sokamazsın.
 
Amerikan askeri geri dönmemek üzere mi Türkiye'ye girmiş olacaktı?
 
Çekiç Güç 6 aylık bir izinle gelmişti. Tam 11 yıl oldu, her 6 ayda bir bu süre uzatılıyor. Biz bunu çıkartamamışız, 62 bin askeri nasıl çıkartacağız? Sen bu adamlara bir hava alanı verdin, 10 bin asker getirdiler. Köprü başı olarak, bir indirme yeri olarak, 10 bin asker orayı tuttu. İsterlerse 100 bin asker indirirler. Ancak bunu anlar ve ordunu üstüne sürersen indiremez. 40 binmiş 60 binmiş, mutabakatmış... Bunlar gülünç şeyler. Nasıl sayacaksın? Buyurun gazeteden okuyalım:
 
"İskenderun Limanına anî bir çıkarma yaparak limanın iç güvenliğini ele geçiren Amerikalı askerler ve Türk askerleri arasında kısa süreli silahlı bir gerginliğin yaşandığı öğrenildi. Askerî limanın iç güvenliğinden sorumlu Binbaşı İ.Ç'ye bağlı birlik İskenderun Limanında karaya ayak basan 50 Amerikan komandosunu görünce tertip aldılar. Silahlı olarak dolaşan Amerikalı askerleri uyardılar. Bunun üzerine Amerikalıların sert tepkisiyle karşılaştılar. Binbaşı İ. Ç, Türk Muhafız Birliğine emir vererek Amerikalı komandoları enterne etti. Amerikalı askerlerin ellerindeki silahları toplayan Türk askeri çevreye zarar vermemeleri için Amerikalı 50 askeri yere yatırarak kımıldatmadan göz altında tuttu. Bunun üzerine İncirlik üssündeki Amerikalı yetkililer Genelkurmay'ı arayarak olaya müdahale edilmesini istediler. Amerikalı askerlerin gözaltı, gelen emirle kaldırıldı ve Türk askerler gelen emirle limanın çevresi ve kapısında görevlendirildi. Komutan İ.Ç de gerginliğin tekrar etmemesi için bir süre başka bir yerde görevlendirildi."
 
Bakın 50 askerle bu oldu. 62 bin askerle ne olacak? Türkiye üs ve limanlarının Amerikan askerlerine açılmasına izin verenler ve buna seyirci kalanlar da Türkiye'ye ihanet etmektedir. Kötümser bir sonuç olarak söylemiyorum. İşin olağan seyri işgaldir. Ben ABD'nin bu planlarını er ya da geç bozacak olanın yine Türkiye olduğuna inanıyorum.
 
AKP yönetiminin de tavrı değişecek mi yani?
 
100'e yakın AKP milletvekili tezkereye hayır demiştir. Ama bu AKP yönetimini aklamaz. Amerika Irak'a sadece Saddam'ı devirmek için girmek istemiyor. Resmi rakamla 62 bin askerini de sadece Irak'a saldırmak için Türkiye'ye sokmuş olmayacaktı. Farzedelim ki amacı sadece Saddam iktidarını devirmek. Bu neden Amerika'nın vazifesi olsun? Kim Amerika'ya git de dünyadaki kötüleri cezalandır diyor? Türkiye neden buna âlet olsun?
 
Gerçek Hayat, Sayı: 124, Mart 2003.

HUKUKÎ UYARI: selimsomcag.org sitesinde yer alan bilgi, haber ve yorumlar güvenilir olduğuna inanılan kaynaklardan derlenen veriler ve bunlara dayanan kişisel yorumlardır. Kamuoyunu aydınlatmak amacıyla yayınlanan bu bilgi ve yorumlar hiç bir şekilde tavsiye veya yatırım danışmanlığı niteliği taşımaz. Bu bilgi ve yorumlara istinaden yapılacak işlemler sonucunda doğabilecek zararlardan selimsomcag.org hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2014 Selim Somçağ. Her Hakkı Saklıdır.