ABD Başkanı olacağını daha Demokrat Parti başkan adayı bile olmamışken tahmin ettiğim Obama’nın Türkiye ziyareti bu kişi hakkındaki diğer tespitlerimi de doğruladı. Aylar önce Obama’nın bir vitrin başkanı olacağını yazmıştım. Bunu kendisinin ve yönetimin diğer üyelerinin şimdiye kadarki icraatı zaten fazlasıyla ortaya koymuştu: ABD tarihinin en önemli ekonomik kararları alınırken Obama’nın hiçbir tartışmada önder, hatta katılımcı olmaması, yalnızca Wall Street merkezli finans oligarşisisi tarafından kararlar alındıktan sonra bunları Amerikan kamuoyuna açıklamayı üstlenmesi, dış politikada ise hiç sesinin çıkmaması, buna karşılık Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Avrupa ve Uzakdoğu turlarını ABD Başkanı pozunda yürütmesi, vs., vs. Bunları müşahade etme fırsatı bulamayanlar için Obama’nın Türkiye ziyareti aydınlatıcı oldu. Bir devlet başkanının resmî ziyaretinin bir reklam filmi çekilir gibi en ince ayrıntısına kadar kurgulanmasına, bir devlet başkanının da günler boyu profesyonel bir aktör gibi rol yapmasına ilk defa tanık olduk. ABD’nin yönlendirdiği Türk medyasında düzülen Obama methiyelerine kadar her şey, ama her şey tam bir tiyatroydu. Ne var ki Obama’nın ABD gösterileri daha çok dram havasındayken Türkiye gezisinde iş tam bir komediye dönüştü. Çantasında Atatürk’ten yadigâr bir tek laiklik kalmış olan (o da ne yazık ki Atatürk’ün laikliği değil) Tanzimatçı-İnönücü bürokrasinin neocon tayfasının kuru sıkı atışlarıyla devrilemediği anlaşıldığı için, Obama önce onların ağzına bir parmak bal olarak Ankara’da bir “laik Türkiye” mesajı verdi. Gerçek niyetini ise Tophane’de sözde Türk gençlerini temsil eden toplama bir kalabalığa hitap ederken (Ne gereksiz bir tiyatro!) sözüne “Ezana kadar konuşacağım” diye başlayarak ortaya koydu.
Her sözüne Atatürk’le başlayan bazı zevatın bu adama Türkiye Cumhuriyetinde resmî işlerin ezan vakitlerine göre ayarlanmadığını hatırlatmalarını, İslamcı geçinen kalemşörlerin de Obama’ya ezan okununca kendisinin mi, yoksa kendisini dinlemekle görevli öğrencilerin mi hemen karşıdaki Karabaş Camiine namaza gittiğini sormalarını beklerdim. Bunun yerine bürokrasinin Obama’nın usulen laiklikten bahsetmesini sevinçten el çırparak karşılamasını, sahte İslamcıların da Obama’nın adını hep “Hüseyin Obama” diye yazarak adamı neredeyse gizli Müslüman ilân etmelerini ibretle seyrettik. (İngiliz casusu gök gözlü Nakşî şeyhiyle onun gizli Müslümanı Prens Charles’ın kulakları çınlasın!)
Bunlara iki çift lafım var; önce bürokratik zevata: ABD’nin dünya kamuoyunu yönlendirmek için CIA üniversitelerinde palazlandırıp güdümündeki ülkelerde pazarladığı ajan-akademisyenlerin sözlerini ezberleyeceğinize Türkiye ve dünya tarihini millî ve bağımsız bir bakış açısıyla öğrenmeye çalışın. Meselâ sizin için kısa, fakat Huntington, Drucker ve sair Amerikan devleti sözcülerinin yazdığı bin sayfadan daha yararlı bir alıntı yapayım. Kaynak 1960’larda İngiltere’de okumaya giden Erol Ulubelen adlı bir Türk gencinin İngiliz Dışişleri arşivlerindeki gizlilik süresi sona ermiş evrak arasından yaptığı bir seçme: İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye. İstiklâl Harbi sırasında Türkiye’de görev yapan İngiliz ajanlarından Ryan’ın kitapta yer alan 25 Aralık 1919 tarihli raporundan (Belge No: 147) aynen alıyorum (Bu tarihte Atatürk Kırşehir, Kaman’dadır. Ertesi gün Ankara’ya doğru yola çıkacaktır.) :
“ (Türkiye’de) bazı kuvvetler ezilebilirse de milliyetçilik ve Bolşeviklik ezilemez (O tarihte İngiltere Kemalistleri Bolşevizme çok yakın ve Bolşevikliği Anadolu’da güçlü sanıyordu.-SS). ... İslamcılığı da ezemeyiz, bu tıpkı Batı’daki milliyetçilik gibidir. ... Biz gerçek ideali din gibi davranacak çıkarcı bir grubu başa getirmeye çalışacağız. ... Amacımız bölmek, dost görünüp kazanmak ve sonra hükmetmek olmalıdır.”
Burada İngiliz istihbaratçısı 18. asırdan itibaren Batı’nın İslam dünyası için geliştirdiği ve uyguladığı temel stratejiyi veciz olarak ifade etmektedir. Bu strateji İngiltere’nin 18. asır ortalarında Arabistan’daki Türk yönetimini devirmek için Vahabîliği icat etmesinden, Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgalinde İslam’ın koruyucusu pozuna girmesinden başlayıp, 31 Mart’la, İstiklâl Harbindeki halifeci-padişahçı isyanlarla, Şeyh Sait isyanıyla, Türkiye’nin İsmet İnönü eliyle ABD güdümüne sokulmasından sonra türetilen çok sayıda Cumhuriyet düşmanı cemaatle ve günümüzde de ABD’nin “ılımlı İslam” çabalarıyla devam etmektedir. Başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri emperyalist politikalar izleyebilecek güce sahip oldukça da bu strateji devam edecektir, çünkü Müslüman ülkeler sosyo-kültürel olarak belli bir eşiği aşmadıkça buralardaki anti-emperyalist, milliyetçi hareketlere karşı en etkili uyuşturucu sahte İslamcılık olmaya devam edecektir. Dolayısıyla ABD’nin “laik Türkiye’nin değerini anlaması” gibi bir olay asla vuku bulmayacaktır. Obama’nın Ankara konuşmasında gördüğümüz sadece taktik bir manevradır; asıl meramını Tophane’de anlatmıştır. Türkiye’nin kaderinin bunu idrak edemeyecek çaptaki kişilerin elinde olmasına ne kadar yerinsek azdır.
Gelelim sahte Müslüman kalemşörlere: Obama’nın kilisesi de, papazı da belli; adam Hristiyan. Bunu bildiğiniz halde bu adamı “Hüseyin, Hüseyin“ diye Türk halkına pazarlamaya utanmıyor musunuz? Onun yerine peygamberimizi ve dinimizi kabul etmeyen Hristiyanlığın kilisesinde tapınan bu adama “Madem Hristiyansın, peygamberimizin şehit edilen torununun adını ne hakla ve ne amaçla taşıyorsun? Ayrıca neden bu Hüseyin adın Amerikan medyasında hiç geçmiyor da, hep Müslüman ülkelerin basınında yazılıp çiziliyor?” diye sormanız gerekmez miydi? Ayrıca Obama’nın babası eğer gerçekten Müslümansa, çocuklarının da Müslüman olması gerekirdi. Eğer Obama’nın babası Amerika’da yaşıyor diye oğlunun Hristiyan olmasına ses çıkarmamışsa İslama ihanet etmiş demektir. Bu durumda Obama dinini Amerika’daki maddî çıkarları için satmış, haysiyetsiz bir kişinin oğludur. Yok eğer Obama kendi kararıyla sonradan Hristiyan olmuşsa, yani tanassur etmişse, bu bizim için daha da feci bir olaydır. Bilindiği gibi Müslümanlıktan çıkmak, yani mürted olmak en büyük günahların başında gelir. Osmanlı Devletinde bunun cezası Tanzimata kadar idamdı. Dolayısıyla, hepsi aynı zamanda Osmanlıcı olan din bezirgânı kalem erbabının Obama’yı “kısmen Müslüman kökenli” diye göklere çıkarması sözde savundukları bütün değerler açısından da tam bir çelişki ve tutarsızlıktır. Allah Müslümanları bunların şerrinden korusun.
Şimdi de Obama’nın ziyaretinin hangi siyasî hedeflere ulaşmak için yapıldığına kısaca göz atalım. Daha önce de çok defa yazmış olduğum gibi, gerileyen, zayıflayan bir hegemonyacı güç olan ABD 25 yıldır ertelediği, fakat artık nihaî aşamaya gelmiş olan ekonomik krizi yüzünden çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ekonomik ve siyasî gücü belli bir eşiğin altına düştüğünde hegemonyası şu anda onunla siyaseten çelişki içinde olan güçler tarafından değil, başta kıta Avrupası olmak üzere, halen hegemonyası altında bulunan “dost” güçler tarafından çökertilecektir. Bunu önlemenin yolu ABD kampıyla hasımları arasındaki gerilimi tırmandırarak ABD kampının dağılmasını veya ABD’nin liderliğinin sorgulanmasını önlemektir. (Bazılarının sandığı gibi ABD’nin savaş çıkarma çabaları savaş sanayiini çalıştırarak krizi ekonomik olarak aşmaya yönelik değildir. Mevcut krizde bu imkansızdır.) Bu yüzden ABD mevcut krizin kaçınılmaz hale geldiğini gördüğünden beri Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya Rusya’ya yönelik füze yerleştirmek, Ukrayna ve Gürcistan’ı Rusya’ya karşı kışkırtmak gibi adımlarla bir Rusya-Batı çatışması çıkarmaya uğraşmaktadır. Bu harekâtın diğer bacağı da Rusya’nın zorunlu müttefiki İran’ı kuşatıp savaşa zorlamaktır. ABD’nin Afganistan’daki “terörle mücadele” harekâtı Rusya ve İran’ın, Somali’deki korsanlıkla mücadele harekâtı da (Uyduların yerdeki karıncayı gördüğü bir devirde eli tüfekli üç beş Somalili garibanın NATO üyesi donanmaların elinden kurtulabilmesi ne kadar ilginç, değil mi?) İran’ın kuşatılmasına yöneliktir. Kısacası, ABD dış politikasının halihazırdaki bütün hamleleri Rusya’yı ve İran’ı (tercihan ABD’nin yerine onun adına savaşacak başka ülkelerle yapılacak) bir savaşın içine çekmeye yöneliktir.
ABD’nin Türkiye-Ermenistan sınırının açılması ısrarı da bu planın bir parçasıdır. ABD’nin kuzeni İngiltere’den devraldığı ezelî ve ebedî plan, stratejik hasım Rusya ile güvenilmez müttefik Türkiye arasında bir demirperde örmektir. O zaman “Kafkas Seddi” adı verilen bu plan İstiklâl Harbinde de Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’da İngilizci hükümetlerin işbaşına getirilmesiyle uygulanmak istenmiş, fakat Mustafa Kemal Paşanın dehasından doğan Ankara-Moskova işbirliğiyle engellenmişti. Bu planın günümüzdeki versiyonu da ilk etapta Gürcistan-Ermenistan hattıyla bir Kafkas Seddinin kurulmasıdır. Gürcistan’daki Sorosçu darbe de, son Azerbaycan seçimlerindeki Sorosçu darbe girişimi de bu amaçla yapılmıştır. Ermenistan’da ABD’nin darbe yapmasına gerek yoktur, fakat tarihî sebeplerle Ermenistan’ın Türkiye ile ilişkilerinin sınırlı kalması ve yine tarihî sebeplerle Rusya’nın Azerî-Ermeni çatışmasında Ermenistan’ın yanında yer alması sebebiyle Ermenistan’da Rusya hâlâ etkindir. Azerbaycan’ın güçlenmesinin İran’daki büyük Azerî nüfusta ayrılıkçı eğilimleri tırmandıracağından çekinen İran da Ermenistan’la iyi ilişkiler içindedir. ABD’nin Türkiye- Ermenistan sınırının açılmasıyla ulaşmak istediği hedef Ermenistan’ın Rusya-İran ekseniyle ilişkisini tamamen kesilmesi ve Türkiye üzerinden Batı’ya bağlanmasıdır. Ancak Türkiye açısından bu Irak, Kıbrıs, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya ve Gürcistan’dan sonra Ermenistan’da da bir Amerikan askerî üssüyle kuşatılması, Rusya ile ABD arasında dengeli siyaset gütmesinin neredeyse imkansız hale gelmesi, Azerbaycan’daki bütün nüfuzunun sıfırlanması ve Azerbaycan’ın tamamen Rusya’nın kucağına düşmesi demektir. Bölgedeki dengelerin bu şekilde değişmesiyle ortaya çıkacak yeni durumun tam bir savaş kamplaşması olduğu ortadadır. Yani mesele Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımayan, Türk düşmanı bir küçük devlete karşılığında bir şey almadan yardım eli uzatmanın çok ötesindedir. Kendisine ekmek veren herhangi bir büyük devlete paralı asker olma dışında bir politika güdemeyecek kadar yoksul bir ülke olan Ermenistan’ın Türkiye üzerinden ABD’nin kapsama alanına girmesi tamamlandığında Türkiye’nin bölgesinde ABD’ye rağmen herhangi bir adım atabilme yeteneği iyice azalmış olacak, Türkiye âdeta ABD’nin rehinesi haline düşebilecektir. Obamaseverlere duyurulur...