SELİM SOMÇAĞ
Ekonomik Danışmanlık

Bağımsız, Objektif, Güvenilir



Küreselleşmenin Ekonomik Anlamı (Doğu Batı,Sayı 17,Mart 2002)


Türkiye'de sermayesi Türk halkının ödediği vergilerden, kullanılabilir fonları Türk halkının tasarruflarından meydana gelen Ziraat Bankasının nasıl bir yönetim şekline sahip olacağı, ayrıca yöneticilerinin kimliği Washington'daki IMF tarafından belirleniyor. TMO'nun bu yıl buğday alıp almayacağı, şeker fabrikalarının köylüden şeker pancarını kaça alacağı, memur maaşlarına ne kadar zam yapılacağı da. Talimatlar kamu sektörüyle sınırlı değil. Özel bankaların hangilerinin faaliyetine devam etmeye ehil olduğu, hangilerinin faaliyetine son verilmesi gerektiği de IMF'ye soruluyor. Yalnız bu işlere karışanlar IMF ve kardeş kuruluşu Dünya bankasıyla da sınırlı değil. İstenen adımlar atıldıkça Hazine ve Merkez Bankası bürokratları ABD ve Avrupa'da kapı kapı gezerek “kurumsal yatırımcı” sıfatını taşıyan birtakım şirketlerin çoğu 30 yaşın altındaki elemanlarına hükümetin yaptıklarını pazarlayıp onay bekliyorlar. Bütün bunlara ne gerk var diye sorarsanız cevap hazır: “Bunlar küreselleşmenin gereği!”
 
Ekonomide küreselleşme nedir? Azgelişmiş ülkeler açısından ekonomide küreselleşmenin özeti mal, hizmet ve sermaye piyasalarının metropol ülkelere açılması demektir. Metropol ülkelerin dünyanın geri kalanını kendi ekonomik nüfuz alanlarına dahil etme çabaları yeni değildir, ancak metropol ülkelerdeki ekonominin gidişatına göre bu eğilim tarih içinde farklı şekillere bürünmüştür.
 
90'lardan itibaren gelişmiş ülkeler azgelişmiş ülkelerle olan siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerini “küreselleşme” etiketi altında takdim etmeye başladılar. Küreselleşme söylemine göre metropol ülkelerle dünyanın geri kalanı arasındaki çeşitli alanlardaki ilişkiler aslında tek bir sürecin farklı cepheleriydi ve bu sürecin adı küreselleşmeydi. Söylem, küreselleşmenin teknolojideki, özellikle iletişim ve bilgisayar teknolojisindeki (internet vs.) gelişmelerin doğal bir sonucu, dolayısıyla tarihin günümüzdeki akışını temsil eden, karşı konulması imkansız bir süreç olduğu iddiasıyla tamamlanıyordu. Söylemeye gerek yok ki, bu 90'lardan günümüze kadar olan metropol-çevre ilişkilerinin gerçeğe uygun bir tasviri olmaktan uzaktır.
 
Her şeyden önce bu ülke grupları arasındaki ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerin aynı sürecin parçaları olduğu iddiası doğru değildir. “Küreselleşmenin“ siyasi cephesi 1989'da Sovyetler Birliğinin dağılması sonucunda II. Dünya Savaşından beri süregelen iki kutuplu dünya sisteminin çökmesiyle oluştu. Ekonomik alandaki “küreselleşme” ise 1970'lerden başlayan ve kapitalist sistemin kendi dinamiğinin ürünü olan bir süreç.
 
Kapitalist ekonomi, her zaman bir yandan arz ve talebi, diğer yandan tasarruflarla yatırımları tam istihdamı ve istikrarlı büyümeyi sağlayacak şekilde dengeleme gücünden yoksundur. Bu tür istikrarlı büyüme dönemle ancak belirli tarihi şartlar altında ortaya çıkar ve modern kapitalizmin tarihinde düşük büyüme- yüksek işsizlik dönemlerine göre daha sınırlı bir yer tutar. Modern kapitalizmin tarihindeki en son ( ve en uzun) istikrarlı büyüme dönemi 1940'ların sonu ve 1970'lerin başı arasında yaşandı. Bu büyüme döneminin öncesinde 1929'da ABD'de borsanın çökmesiyle başlayan ve II. Dünya Savaşı sonrasına dek süren uzun ve derin bir depresyon dönemi vardı. “Büyük depresyon” olarak bilinen bu dönemde finans piyasaları krizin ülkeden ülkeye yayılmasında ve derinleşmesinde büyük rol oynamıştı. Bu sebeple 1944'te Bretton Woods konferansında savaşın galipleri ABD ve İngiltere savaş sonrası dünyanın ekonomik sistemini sabit kur rejimi ve sermaye kontrolü temelleri üzerine inşa ettiler. Amaç tabiatı gereği, reel ekonomiden farklı olarak çok büyük spekülatif kazançlara, ancak daha sonra da çok büyük boyutlu zararlara yol açabilen finans piyasalarındaki dalgalanmaları bir ölçüde sınırlamak, esas olarak da bu dalgalanmaların uluslararası krizlere yol açmasına engel olmaktı. Bu şartlar altında mesela 1994 Meksika krizi, 1997 Uzakdoğu krizi, 1998 Rusya, Brezilya krizleri ve 2001 Türkiye krizi gibi krizlerin ortaya çıkması imkansızdı, çünkü bu krizlerin uluslararası finans sermayesi önemli rol oynadı. Bütün bu ülkelerin finans piyasalarında metropol sermayesinin girişine bağlı spekülatif balonlar oluşmuştu ve bu sermayenin söz konusu piyasalardan çıkması bu ülkelerdeki krizleri ya tetikledi, ya da derinleştirdi. Bu krizler sonucunda güç duruma düşen ülkelerin veya metropol ülke yatırımcılarının kurtarılması metropol ülkelerinin şimdiye kadar yüz milyarlar mertebesinde faturalar üstlenmesine sebep oldu. 40'lar-70'ler dünyasında bu tür krizler yoktu, çünkü New York ya da Londra'daki bir küçük yatırımcının Singapur ya da Buenos Aires borsasında hisse senedi satın alma imkanı yoktu.
 
Sabit kur ve sermaye kontrolüne dayanan Bretton Woods sistemi kurulduğunda bir devrim niteliği taşıyordu. Kapitalizmin bütün metropol ülkelerini ve pratikte bütün dünya kapitalizmini kapsayacak bir sabir kur rejimi daha önce mevcut olmadığı gibi, ülkeler arasındaki sermaye girişlerinin hükümetlerce denetlenmesi de genel bir uygulama olmamıştı. 19. yüzyılda bugünkü anlamda finans piyasalarının ortaya çıkmasından sonra bu piyasalarda uluslararası alışverişler mal ve hizmet alışverişleri gibi büyük ölçüde serbest olmuştu. Osmanlı Devleti ilk dış istikrazını, ( yani bugüne uyarlarsak ilk Eurobond ihracını) 1850'lerde yaptı. Bu tahvilleri en çok İngiltere ve Fransa'nın ortadirek vatandaşları aldı. Bu yüzden 1875'te Osmanlı'nın borcu bini aşıp moratoryum ilan edince İngiltere ve Fransa'da kıyamet koptu, vatandaş sokaklara döküldü. Öte yandan 1860'lardan itibaren birçok zengin Osmanlı Vatandaşının, bu arada II. Abdülhamit'in de, Galata bankerleri aracılığıyla İngiliz ve Fransız “esham ve tahvilatına” oynadığı bilinir. Demek ki 1870'lerin, 80'lerin Türkiyesi 1930-80 Türkiyesine göre daha “küreseldi”!
 
Burada “küreselleşme” söylemindeki önemli bir yanlışı yakalıyoruz. Finans sermayesinin ülkeler arasında sınır tanımadan gezip dolaşması finans tekniklerinin gelişimi ve internetin icadıyla ancak son 15 yılda ulaşılabilen bir merhale değil. Bu işin en az 150 yıllık bir tarihi var. Bugün internetle, telefonla yapılan işlemler 19. yüzyılda da telgrafla yapılıyordu. Bu 150 yıllık tarihin içinde 1929 borsa çöküşü gibi finans piyasalarında çakan bir kıvılcımın bütün dünyayı içine alan derin bir bunalımı ateşlemesi gibi vahim bir yol kazası da yer alıyor. Tarihi perspektif içinde ele alındığında küreselleşmenin bir merhale değil, bir geriye dönüş olduğu açık. 1940'lardan 1970'lere kadar ekonomiyi “küreselleşmeden “ uzak tutmak için büyük çabalar gösterilmesinin sebebini anlamak için 29 bunalımını ve son 10 yılda gelişmekte olan piyasalardaki krizleri hatırlamak yeterli.
 
Sonuç olarak metropol sermayesinin denetimindeki IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların ve Türkiye'de bilinçli veya bilinçsiz olarak onların sözcülüğünü yapanların iddia ettiği gibi ekonomide küreselleşme “çağın gereği” veya “teknolojinin zorunlu sonucu” değildir. Metropol sermayesinin istikrarlı kar oranları elde edememesinin sonucunda başvurmak zorunda kaldığı riskli bir yatırım yöntemidir, ve Bretton Woods sistemine göre hem tarihi olarak, hem de toplumların kaderinin “piyasa güçlerinin”, yani spekülatörlerin insafına bağımlılık düzeyi, toplumların kendi kaderlerine hakim olması açısından bir ilerlemeyi değil, gerilemeyi temsil etmektedir. Küreselleşmenin siyasi cephesi olarak sunulan ABD hegemonyasına dayanan uluslararası sistemle de mantıki, içsel bir bağı olmadığı gibi, tarihçe olarak da bir paralellik göstermez. En önemlisi, azgelişmiş ülkelerde kalkınmanın finansmanının devletin planlaması ışığında, uzun vadeli banka kredileri tarafından desteklenmesi modelinden vazgeçilip borsa ya da tahvil piyasası aracılığıyla metropol ülkelerden gelecek sıcak paraya bağlanması, otomobilin icadıyla at arabasının tarihe karışmasına benzetilebilecek tarihi, teknolojik bir zorunluluk değildir. Bugünkü sistemden geri dönüş mümkündür, ve ekonomik küreselleşmenin son 20 yıllık seyrine bakıldığında bu konunun tartışılmaya başlamasının çok da uzak olmadığını söyleyebiliriz.
 
Doğu Batı, Sayı: 17, Mart 2002. 

HUKUKÎ UYARI: selimsomcag.org sitesinde yer alan bilgi, haber ve yorumlar güvenilir olduğuna inanılan kaynaklardan derlenen veriler ve bunlara dayanan kişisel yorumlardır. Kamuoyunu aydınlatmak amacıyla yayınlanan bu bilgi ve yorumlar hiç bir şekilde tavsiye veya yatırım danışmanlığı niteliği taşımaz. Bu bilgi ve yorumlara istinaden yapılacak işlemler sonucunda doğabilecek zararlardan selimsomcag.org hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2014 Selim Somçağ. Her Hakkı Saklıdır.