IMF 10 Ağustosta Türkiye ile 2004 yılı 4. Madde görüşmelerinin tamamlanması vesilesiyle bir basın açıklaması yayınladı. IMF’nin Türkiye’ye 2001’den beri uygulattığı maliye ve kur politikaları sonucunda Türkiye’nin cari açığı sürdürülemez boyuta ulaşmış durumda. Açıklama mızrağın çuvala sığmamaya başlaması üzerine paniğe kapılan IMF’nin bu durumun ortaya çıkmasındaki sorumluluğunu örtbas edebilmek amacına yönelik çarpıtmalar, saptırmalar, yalanlar ve hezeyanlarla dolu.
IMF’ye göre Türk ekonomisi büyüyen cari açık riskiyle karşı karşıyaymış. İyi de, bu cari açık akşamdan sabaha mı arttı da bu hale geldi? 2003 Ekiminde USD 5 mia olan 12 aylık cari açık 2004 Haziranında USD 12 mia olmuş. Yani yıllık cari açık 7 ayda 7 milyar dolar gibi, ayda ortalama 1 milyar dolar gibi başdöndürücü bir hızla artmış. Cari açığın bu rotaya girdiğini de biz Mayıs 2003’ten beri söylüyoruz. Haydi Mayıs 2003’ü bırakalım; Kasım 2003’ten itibaren neredesin sen IMF? Cari açık her ay 1 milyar dolar artmaya başlamışken, bu konuda Türkiye’yi uyarmak için neden Ağustos ayını, açığın 12 milyar doları bulmasını bekledin?
IMF’ye göre yüksek cari açığın sebebi sürekli artan iç talepmiş. 2001 devalüasyonundan beri iç talebin nasıl arttığına bakalım: Türkiye gibi gelir dağılımındaki büyük eşitsizliğe, yoksulluğa bağlı olarak yetersiz beslenmenin çok yaygın olduğu bir ülkede alım gücü artışına bağlı bir talep büyümesi söz konusuysa bunun ilk belirtisi gıda harcamalarındaki artışta görülür. Yalnızca ekmek ve bulgurla beslenen kesimler et ve süt ürünleri de satın almaya başlarlar. Halbuki 2003 yılı sonunda, IMF’nin ve yerli işbirlikçilerinin Türk ekonomisinde her şeyin yoluna girdiğini ilân ettikleri bir dönemde Türk halkının toplam gıda harcamasının 2000 yılı düzeyinin % 2.5 altında olduğunu görüyoruz. Kişi başına gıda harcamasının ise 2000 yılı düzeyinin tam % 7 altında olduğunu görüyoruz. İnsanların kira ödeyebilmek için boğazlarından kestikleri bir ortamda efektif talebin aşırı yükseldiğini söyleyebilmek ancak IMF ekonomisti olmakla, yani cahil ve yalancı olmakla mümkün. Evet, iç talebin arttığı, hatta patlama yaptığı bazı ürünler var. Bunlar ithal otomobil, beyaz eşya ve elektronik eşyalar. Bir ülkede gıda harcamaları düşerken, yerli ürünlerin iç pazarı her geçen gün daralırken sadece ve sadece ithal dayanıklı tüketim mallarına olan talep artıyorsa bu ülkede söz konusu olan efektif talebin çok yükselmesi değildir; aşırı değerli kur yüzünden iç talebin yön değiştirmesi, ithal mallara yapay olarak talep yaratılması söz konusudur. Bunun da sorumlusu IMF’nin iddia ettiği gibi maliye politikası yeterince sıkı olmaması değildir, yerli paranın aşırı değerli, döviz kurlarının aşırı düşük olmasıdır.
Cari açığı bu duruma getiren ikinci faktör de, yine Türk Lirasının aşırı değerli olması yüzünden rekabet gücünü kaybeden Türk ihracatçısının gittikçe daha çok ithal girdi kullanmaya, bu da yetmeyince reeksporta yönelmesi. Mevcut kur seviyesinde holding medyasının zafer çığlıklarıyla alkışladığı ihracat patlaması ithalat patlamasının ve dış açıktaki büyümenin baş sorumlusu haline geldi. Uzun süredir yalnızca ihracat rakamından yola çıkarak dış ticaret açığını isabetle tahmin edebiliyoruz; çünkü ihracat artışı ile ithalat artışı arasında birebir bir eşitlik oluştu. Türkiye’nin ihracatı arttıkça “Eyvah!” diyoruz, çünkü ihracat artışı dış ticaret açığının, cari açığın daha çok büyümesi anlamına geliyor. Gazetelerde yer alan bir habere göre falanca üniversitede filanca öğretim üyesi ihracat artarken ihracat yapan sektörlerde istihdamın artmamasının ne boyutta bir verimlilik artışı sayesinde gerçekleştiğini hesaplayan bir çalışma yapmış. Sayın hocam; bu işler öyle masa başında üç beş rakamı birbirine çatttırarak yapılmaz. Sen önce son üç yılda Türk sanayi ürünlerinde ithal girdi oranı ne kadar yükseldi; reeeksport, yani Uzakdoğu’dan gelen malları serbest bölgede etiketini değiştirerek Türk Malı diye AB’ye yollama işi ne kadar patladı; bunları bir araştır, ölç, biç de ondan sonra kağıt üzerinde verimlilik artışı hesaplarına giriş.
IMF’nin Türkiye’de döviz kuru patlayana kadar cari açıkla ilgili yalnızca göstermelik uyarılar yapacağını, Türkiye GSMH’nın % 6.2’si düzeyindeki faiz dışı bütçe fazlasıyla ile dünyanın en sıkı maliye politikasını uygularken çözüm olarak maliye politikasını daha da sıkılaştırmayı önereceğini, kur konusunu ise tabu ve dokunulmaz ilân edeceğini, gerçek tedbirlerin alınmasını engelleyeceğini zaten biliyorduk. Çünkü IMF’nin amacı Batı’nın ihraç mallarını son ana kadar Türkiye’ye satmasını, Batı sıcak parasının son ana kadar Türkiye’nin kanını emmesini sağlamaktır; asla Türk ekonomisini düzeltmek değildir. Bu bakımdan 10 Ağustos açıklaması bizi fazla şaşırtmadı. Fakat IMF’nin ülkeleri batıracak ekonomi politikalarını dayattıktan sonra iş sarpa sarınca kendini temize çıkarmak için yaptığı manevraların, çarpıtmaların ardı arkası kesilmiyor. Her yeni açıklamada bizi şaşırtacak yeni bir yön bulunuyor.
Bu açıklamada da IMF cari açığın yanı sıra Türkiye’nin kamu borcunun kısa vadeli olmasını ve döviz kompozisyonunu da bir risk unsuru olarak belirterek 2004 yılının en utanmaz uluslararası kurumu ödülünü almaya hak kazanmış bulunuyor. Yahu şimdi risk unsuru olarak gördüğünüz döviz endeksli iç borçlanmayı sizin 2001’de buraya gönderip diktatör yetkileriyle donattırdığınız adamınız Kemal Derviş başlatmadı mı? Biz o zaman “Bakın iç borcun avantajı TC’nin parası cinsinden olmasıdır; bunu dövize, enflasyona endekslediğiniz zaman bu saatli bombaya dönüşür, Arjantin’in batma sebeplerinden biri de IMF’nin orada da bunu dayatmış olmasıdır.” diye uyardığımızda medya bizi dinlemiyor; “Bankaların kur riski sorununu çözerek borçların dönmesini sağlıyoruz” diyen IMF ajanı Derviş’i alkışlıyordu. Şimdi de kalkmış, daha sizin ajanınızın bu işin altındaki imzasının mürekkebi kurumamışken Türkiye’yi bu konuda “uyarıyorsunuz”. Sende hiç utanma, sıkılma yok mu ey IMF? Neredesiniz 2001 yılının hükümet üyeleri, Hazine yetkilileri? “Endeksli iç borçlanmayı Türkiye’nin başına bizzat IMF sarmıştır. Şimdi bunu risk unsuru olarak göstermesi büyük bir ikiyüzlülük ve utanmazlıktır.” desenize... Yoksa siyaseti bırakmış, emekli olmuş olsanız bile IMF’yi eleştiremeyecek kadar Washington’a, Brüksel’e angaje misiniz?