Dünya ekonomisi 2000'li yıllara sürdürülemez, kırılgan dengeler üzerinde girmiştir. Bu dengeleri konuyu rakamlara boğmadan anlatmaya çalışalım: Şu anda dünya ekonomisinde büyümeyi Amerikalı tüketicilerin artmaya devam eden tüketimi sağlamaktadır. Ne var ki bu Amerika'nın kendi tasarruflarıyla finanse edilebilen bir tüketim artışı değildir. Son birkaç yıl içinde Amerikalı hanehalklarının tasarruf oranı % 1'in altına düşmüştür. Amerikan ekonomisinin toplam tasarruf oranı ise 2003'te -2 oldu. Negatif tasarruf oranıyla bir ülkenin yatırımlarını, dolayısıyla tüketim artışını finanse etmesi mümkün değildir. Amerika bu tüketim artışını içeride tüketici kredilerini olağanüstü boyutlara tırmandırarak, dışarıda da dış dünyanın tasarruflarını portföy yatırımı şeklinde emerek sağlamaktadır. 1994-2003 arasında Amerika'da tüketici kredilerinin hacmi 900 milyar dolardan 1.8 trilyon dolara yükselmiştir. 1994 sonunda 180 milyar dolar olan konut ipotekleri 2004 başında 860 milyar dolara yükselmiştir. 1994'te % 63 seviyesinde olan hanehalkı borç stokunun millî gelire oranı 2003 sonu itibarıyla % 86 olmuştur. Bunlar Amerikan halkının 90'lardaki tüketim artışını tarihte görülmemiş boyutta bir borçlanmayla finanse ettiğini göstermektedir. Bu tablo içinde ekonomide herhangi bir tökezleme sonucunda işsizliğin artması, ücretlerin düşmesi ABD finans sistemini çökertebilir.
Hanehalklarının yanısıra Amerika'da kamu ekonomisi de sorunludur. 2000 yılında 200 küsur milyar fazla veren ABD bütçesinin bu yıl 450 milyar dolar (millî gelirin % 4.5'i kadar) açık vermesi bekleniyor. Yani Amerika halkıyla ve devletiyle borçlanarak tüketimini sürdürebiliyor. Denklemin uluslararası bacağında ise büyük bir cari açık ve bunu finanse eden yabancı sermaye akışı var. 1995'te aşağı yukarı denk olan Amerika'nın cari dengesi, 90'ların tüketim patlaması sonucunda gittikçe bozularak bu yılın ikinci yarısı itibarıyla millî gelirin % 5.7'si gibi rekor bir açık seviyesine ulaştı. 1996-2000 döneminde Amerikan borsaları teknoloji/internet hisselerinin önderliğinde yükselirken esas olarak Avrupa ve Japonya'nın özel yatırımcıları Amerikan hisse senetlerine yatırım yaparak bu açığı finanse ediyorlardı. 2001 yılında borsalarda internet balonunun sönmesiyle borsaya gelen özel yatırım akışı büyük ölçüde kesildi. Buna bağlı olarak dolar-euro paritesi 0.80'lerden 1.20'lere yükseldi. Ancak devreye başta Çin ve Japonya olmak üzere Uzakdoğu merkez bankalarının girmesiyle dolardaki çöküşün derinleşmesi durdu. Amerika şu anda dünya ekonomisinin ihtiyacı olan tüketim artışını sağlarken, Çin de artan dünya talebini karşılayan başlıca üretici. Yani Amerika artan talebin, Çin de bu talebi karşılayan üretim artışının dinamosu. Başta Japonya olmak üzere diğer Uzakdoğu ülkeleri de Çin'e mal satarak denkleme ikinci kademeden giriyorlar. Bu ülkelerin mevcut üretim, istihdam ve refah seviyelerini koruyabilmeleri Amerikan talebinin sürmesine bağlı. Bunun için de doların değer kaybetmemesi, Amerika'nın ithalatının finanse edilmesi lâzım. Bu yüzden borsa balonunun sönmesiyle dolar sendelemeye başlayınca bu ülkelerin merkez bankaları ABD ile dış ticaret fazlası sonucunda ellerinde biriken dolar rezervleriyle metodik olarak Amerika'nın devlet tahvillerini almaya başladılar. Şu anda ABD devlet tahvili stokunun % 40'ı dış ülkelerin, bu miktarın yarıdan fazlası da Japonya ve Çin'in elinde. Ayrıca döviz rezervi olarak Japonya'nın elinde 825 milyar dolar, Çin'in elinde 480 milyar dolar bulunuyor. Bu ülkelerin ABD tahvillerini ve doları bu boyutlarda tutmaktan vazgeçmeleri halinde doların değeri gülle gibi aşağı iner. Bu durumda Amerikan tüketicisinin alım gücü de çökeceğinden dünya efektif talebi geriler ve dünya ekonomisi resesyona girer. Bu ihtimal önümüzde ciddî bir risk olarak durmaktadır.
Bu alışverişten her iki taraf da kazançlı çıktığı için bu devridaimin görünür gelecekte devam edeceğini ileri süren iktisatçılar var. Ancak tarih bize bir ülkenin sonsuza kadar yurtiçi kredileri, bütçe açığını ve cari açığını arttırıp bu açıkları dış ülkelere devlet tahvili satarak karşılamasının mümkün olmadığını gösteriyor. Eğer ABD dünyanın en büyük ekonomisi, dolar da dünyanın rezerv parası olmasaydı, zaten bu bütçe açığı ve cari açık seviyeleriyle dolar çoktan dibe vurmuş ve Amerikan ekonomisi resesyona girmişti. Amerika dünya ekonomisindeki ağırlığı sebebiyle şu ana kadar bu akibetten kaçınabildi; fakat açıkları artmaya devam ederse bu işin sonu bir noktada gelecektir. Çünkü sürekli büyüyen açıklar Uzakdoğu ekonomilerinin sürekli Amerika'ya mal satıp karşılığında kasalarına Amerika'nın hiç bir zaman ödeyemeyeceği kağıt parçalarını doldurmaları anlamına gelir ki, bunun ilelebet devam etmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. ABD'nin bütçe açığında ve cari açığında iyileşme trendleri ortaya çıkmazsa yakın gelecekte birileri “Kıral çıplak!” diyecek ve oyun bitecektir. Gelgelelim ABD'nin cari açığının azalması dünya efektif talebinin de düşmesi anlamına geleceğinden, bu sefer de Çin ve onun peşinden giden Uzakdoğu ekonomileri ürettikleri mallara pazar bulma sorunu yaşayacaklardır. ABD'nin tüketimi yavaşladığı takdirde şu anda diğer büyük tüketici Avrupa'nın veya Uzakdoğu'nun bu eksilmeyi telâfi edecek bir ek talep yaratması da mümkün görünmüyor. Dolayısıyla Amerika'nın borçlanmaya dayanan tüketim artışıyla Çin'in Amerikan talebine dayalı çılgın büyümesi dünya ekonomisini bir açmaza sokmuş görünüyor.