SELİM SOMÇAĞ
Ekonomik Danışmanlık

Bağımsız, Objektif, Güvenilir



CUMHURİYETÇİ SİYASETTE VAHİM TABLO (5 Kasım 2010)


Bu sefer konum genel olarak uzak durduğum iç siyaset, fakat söze önce Cumhuriyetçi aydınlardan başlayacağım.   AKP’nin 12 Eylül referandumunundan 2011 seçimlerinin tek iktidar adayı olarak çıkmasının şokundan mıdır nedir,  son zamanlarda Cumhuriyetçi aydınlara bir haller oldu.

 

Jeoloji profesörü Celal Şengör’ün İş Bankası Kültür Yayınlarından geçenlerde çıkan  söyleşi-biyografisinde Yanyalı kökenli ailesinin dönme olduğunu söylemesi medyada geniş yer buldu.   Bu konuda internette tarama yaparken Şengör’ün 2009 yılında Milliyet gazetesine verdiği bir röportajda da “Türkiye’nin % 90’ı etnik olarak Türk değil” diye fetva vermiş olduğunu gördüm. 

 

Jeoloji uzmanı olan Şengör’ün Türk halkının etnik kökeni gibi ehliyet sahibi olmadığı bir konudaki ekzantrik görüşleri aslında beni hiç ilgilendirmez.   Gelgelelim Şengör geçmişte Harp Akademilerinin açılış töreninde konuşma yapmış olan ve her fırsatta Türk Silahlı Kuvvetlerini öven,  “Hava Kuvvetleri ailem gibi” diyen  bir kişi.   Türkiye’nin Türk millî kimliğini benimsemiş bir Cumhuriyetçi cepheyle siyasî İslâmcı bir cephe arasında kutuplaşmaya itildiği bir ortamda Orduya yakın bilinen bir Cumhuriyetçi aydının dönmeliğini ilân edip bunu âdeta methetmesi ne kadar doğru?

 

Dün Zaman gazetesinin Kitap ekinde TÜYAP Kitap Fuarının bu yılki onur konuğu ünlü mimar Doğan Kuban’la yapılan bir söyleşi vardı.   “Anadoluhisarı’nda Boğaz’a ve etrafındaki doğaya muazzam bir saygıyla inşa edilmiş bir evde 11 bin kitabıyla” oturduğunu öğrendiğimiz Kuban kültürel kodları ve yaşantısıyla tam bir Beyaz Türk.   O da jeolog Şengör gibi Türk kimliğine el atmış ,  bakın ne diyor:

 

“Biz Avrupalıyız; Balkanlar’da oturmuşuz; padişahlarımızın anası Rum, Hırvat, Rus, Türk değil ki… Osmanlı askeri devşirme.”

 

Kuban’ın bu Osmanlı’nın ana hamurunun Türklük olduğunu inkâr eden ve Türkleri Avrupalı ve devşirme gösteren ekzantrik sözlerini İslâmcı dediğimiz Zaman gazetesinin mensubu büyük bir sağduyuyla toparlamaya çalışıyor ve “Şu an belirleyici kimlik Türklük sanıyorum.” diyor.   Kuban bu yerinde müdahaleye şu cevabı veriyor.

 

“Osmanlı iken de sen onlar için Türktün. Neden?  Dil var. Ben uzun süre sonra Amerika’dan döndüğümde bir taksiye binince,  Türk şoförüyle beraber gidince birdenbire rahatladığımı anlıyorum.   Ohh! Geldik diyorum.  Dil, bizim vatanımız.”

 

Görüldüğü gibi Kuban için Türklük de sadece taksiciyle Türkçe konuşmaktan ibaret,  vatanı Türkiye değil,  Türkçe.   Bu görüşten yola çıkıp “Evde Türkçe konuşacak insan olduktan sonra ben dünyanın her tarafında otururum,  dünya vatandaşıyım” noktasına da kolayca ulaşabilirsiniz. 

 

Son günlerde yine çok önemli bir Beyaz Türk’ün,  Cumhuriyet burjuvazisinde en ön sırada yer alan Koç ailesi çevresinden Can Kıraç’ın Akşam gazetesindeki bir söyleşisi gözüme çarptı.   Cumhuriyetçi kesimde her zaman belli bir ağırlığa sahip Koç Grubunda en tepede bulunmuş bir kişi olan Can Kıraç söyleşide önce Beyaz Türklüğünü ilân ettikten ve adını Atatürk’ün koyduğunu söyledikten sonra İslâm dini konusunda şöyle diyor:

 

“Ben bir tanrı fikrine inanıyorum. Fakat dinlerin insanlar tarafından yapılandığını görerek, insanların kendi düşünceleriyle oluşturdukları ortamı benimsemiyorum. Cenaze günleri cenaze namazına da katılmam.  Bilmediğim bir lisanla dua etmeyi anlamlı bulmuyorum.”

 

Türkiye’nin % 98’i Müslüman.   Anketlere göre Türk halkının % 85’i kendini Türk olarak tanımlıyor.   Bunun ezici çoğunluğu Sünnî-Hanefî.   Türkiye’deki ikinci büyük etnik grup olan Kürtlerin de ezici çoğunluğu Sünnî-Şafiî.   Türk ve Kürt kökenli Sünnîlerin dinî inanç ve pratikleri küçük ayrıntılar dışında aynı.

 

Cumhuriyet eliti ister istemez Beyaz Türk ağırlıklıydı,  çünkü bir Türk burjuvazisinin bulunmadığı,  Türklerin ve onlarla kaynaşmış diğer Müslüman grupların ezici çoğunluğunun köylerde ve küçük kasabalarda yaşadığı bir ortamda Batılı eğitim alma şansına sahip olan Beyaz Türkler 19. yüzyıl sonunda saray merkezli geleneksel Osmanlı elitiyle kaynaşarak toplumun başına geçtiler.

 

Ancak 1920’lerden,  1930’lardan bu yana Türkiye’de çok şey değişti,  köprülerin altından çok sular aktı.   O köylü insanların torunları bugün şehirleri doldurdu,   eğitim aldı,  meslek ve sermaye sahibi oldu.   Buna karşılık bu kitlenin çok az bir kısmı Beyaz Türklerle kaynaştı.   Büyük çoğunluğunun böyle bir niyeti de yok,  geleneksel kültürel kimliklerini taşımaktan memnunlar.

 

Zaten bir toplumun geleneksel kültürünü ve dinini yok etmek imkânsızdır.   1789’da aristokrasinin ve kilisenin egemenliğine başkaldırarak dünya tarihinde yeni bir dönem başlatan Fransa bugün hâlâ Katolik bir ülkedir.   1917’de aristokrasi ve kiliseyle beraber burjuvazisini de ortadan kaldıran,  ateizmi resmî ideoloji haline getirmiş olan Rusya 20 yıl önce Sovyetler Birliğinin enkazının arasından koyu Ortodoks bir ülke olarak çıkmıştır.

 

Türkiye’nin Beyaz Türklerin özlediği gibi kültürel olarak Avrupalı ve İslâma sırtını dönmüş bir ülke olması imkânsızdır.    Bu yöndeki çabaları Fırat’ın sularını Şattülarap’tan toplayıp Erzurum’un Dumlu Dağına geri döndürmeye çalışmak kadar abesle iştigaldir.

 

Aslında Türkiye 1950’lerden itibaren sosyo-ekonomik kalkınmayla Beyaz Türk zihniyetinin yönetemeyeceği bir hale gelmeye başladı.   Fakat Soğuk Savaş ortamında Batı’nın Türkiye’yi yöneten elite kayıtsız şartsız destek vermesi ve 10 yıl arayla yapılan üç askerî darbe bu egemenliğin ömrünü uzattı.   Ne var ki bugün bütün bunlar geride kalmıştır.   Soğuk savaş bitmiştir,  bir NATO ülkesi olan Türkiye’de artık askerî darbe yapılamaz.   Daha da önemlisi,  hem kendi jeostratejik hesapları,  hem de Türkiye’nin yeni sosyo-kültürel tablosuna uyum sağlama zorunluluğu sonucunda Batı’nın artık Türkiye’deki başlıca muhatabı Beyaz Türkler değildir.   Amerikasıyla ve Avrupasıyla Batı son sekiz yıldır iktidarda olan siyasî İslamcı kökenli AKP’den memnundur,  onun devletin yapısında gerçekleştirdiği dönüşümleri demokrasinin derinleşmesi olarak görüp desteklemektedir.   AKP’nin 2002’den itibaren her girdiği seçimde ve nihayet bu yılki referandumda toplumdan giderek daha büyük destek alması bu yeni dengenin sonucudur.    

 

Cumhuriyetçi kesimin tepesinde oturan Beyaz Türk eliti ise hâlâ bu değişime ayak uydurma gereğini anlamamakta ısrar ederek yıllardır umutsuz bir çırpınışla geçmişi geriye getirmeye çalışmaktadır.   Özellikle 12 Eylül referandumundan sonra Beyaz Türk elitinin derin bir umutsuzluk içine düştüğü yukarıdaki üç Cumhuriyetçi aydının açıklamalarından anlaşılıyor.   Ben bu açıklamalarda âdeta varlığını tehdit altında gören ruhların psikolojik intihar girişimini görüyorum.  

 

Türkiye’de Türk olmak için kimseden şecere veya DNA testi istenmiyor.  Atatürk bunu “Ne mutlu Türküm diyene” sözüyle 77 yıl önce dile getirmişti.  

 

Türkiye’de kimsenin dinî inancı da sorgulanmıyor,  kimseye “Niye namaz kılmıyorsun,  niye oruç tutmuyorsun?” da denmiyor.

 

Ama öte yandan Cumhuriyetin İslâm karşıtı bir proje olduğuna dair alttan alta yoğun bir propaganda var.

 

Böyle bir ortamda askerle içli dışlı profil veren Celal Şengör’ün dönmeliğini ilân etmesinin kime ne faydası var?   “Türkiye’nin zaten % 90’ı Türk değil” diye kendine toplumda yandaş araması ise gülünç.    Türk toplumunda herkes ne olduğunu gayet iyi biliyor.

 

Şengör gibi bir Beyaz Türk ve alanında çok saygın bir isim olan Doğan Kuban’ın da benzer bir söylemle Türkleri Avrupalı ilân etmesi ve Türklüğü Türkçe konuşmaya indirgemesi de bence Şengör’deki aynı nihilist psikolojinin ürünü.   Peki hem Koç Grubuyla olan ilişkisiyle ve hem de ailesinin ve kendisinin geçmişiyle Cumhuriyetle özdeşleşmiş bir isim olan Can Kıraç’ın aynı söyleşide “Dinlerin insanlar tarafından yapılandığını görerek, insanların kendi düşünceleriyle oluşturdukları ortamı benimsemiyorum.” şeklinde bir ifade kullanması bugünkü ortamda kime hizmet eder?

 

Elbette kişilerin bireysel nihilizmleri veya psikolojik intihar girişimleri bizi ilgilendirmez.   Ancak bu nihilizm Cumhuriyetçi siyaseti yönlendirmekte bir numaralı güç odağı olan Beyaz Türk elitinin zirvesine de hâkim olmuşsa,  bu bütün Cumhuriyetçi kesimi çok yakından ilgilendirir.   Cumhuriyetçi siyasetteki son gelişmeler maalesef beni bu teşhise götürüyor.

 

Önce CHP’den başlayalım.  CHP bir dizi operasyon geçirdi.   Bunun arkasında kimlerin olduğunu bilemem,  ama operasyonların sonucuna bakarak ne olduğunu anlamaya çalışırım.   Ortaya çıkan sonuçta apaçık bir Beyaz Türk damgası görülüyor.   CHP’nin yeni MYK’sına şöyle bir göz atalım:  Kemal Kılıçdaroğlu dışındaki 14 kişiden birçoğunu medyadan ve başka kaynaklardan,  bir kısmını da şahsen tanıyorum.    Bu 14 kişi arasında Hurşit Güneş,  Sencer Ayata,  Süheyl Batum,  Oğuz Oyan, Umut Oran,  Melda Onur,  Didem Engin gibi Beyaz Türk kimliği açık olan 7 kişi var.  Geri kalan 7 kişi içinde de başka Beyaz Türkler olma ihtimali yüksektir,  dolayısıyla CHP yönetiminde Beyaz Türk egemenliği,  en azından Beyaz Türk ağırlığı olduğunu söyleyebiliriz.

 

CHP Kemal Kılışçdaroğlu’nun genel başkanlığı ve bu Beyaz Türk yapısıyla 2011 seçimlerinde 2007 seçimlerinde aldığı kadar oy alırsa büyük başarı sayılmalıdır.   Ben alamayacağı kanaatindeyim.

 

MHP’ye elbette Beyaz Türk partisi diyemeyiz.   Fakat son günlerde (sanki bir ters köşeden Devlet Bahçeli’ye patlatılan bir işaret fişeğinin ardından) MHP’ye de bir Beyaz Türk akını başladı.   Abdullah Öcalan’ı Kenya’dan getiren komutan olarak tanınan Engin Alan MHP yolundaymış!   Bu kişinin devletin sağladığı imkânlarla ve görevi gereği yaptığı bu iş onun için siyasî cephane olmaz.  Siyasette böyle bir dinamik olsaydı 1999’da Öcalan’ı Türkiye’ye getiren başbakan olan Ecevit’in partisi 2002 seçiminde yok olmazdı.   MHP Beyaz Türkleşmeye devam ederse 2011 seçimlerinde barajın altında kalır.   12 Eylül referandumunda MHP tabanının büyük oranda AKP tabanıyla beraber hareket etmesi bunun işaretini vermedi mi?

 

Bir çıkmaz sokağa,  daha doğrusu negatif sarmala girilmiştir;  bu tutumda ısrarın yeni ve daha büyük bozgunlara yol açması kaçınılmazdır.   Mevcut durumdan tek çıkış yolu vardır:

 

Beyaz Türk politbürosu panik içinde sarıldığı “Küçük olsun,  benim olsun!” zihniyetini terk etmelidir!

 

Türkiye’de onun sosyo-kültürel değerlerini benimseyenlerin küçük bir azınlık olduğunu ve hep öyle kalacağını bilerek Cumhuriyeti ancak Türk halkının hâkim millî ve dinî hassasiyetlerini paylaşan Cumhuriyetçi aydınlarla samimî işbirliği yaparak koruyabileceğini anlamalıdır!

 

Siyasette kıymet-i harbiyesi olan medya ve sivil toplum kuruluşlarının ve siyasî partilerin tepe noktalarını yalnızca kendi yakın çevresiyle doldurma paranoyaklığını terk etmelidir!

 

Cumhuriyetçiler açısından 2011 seçimleri şimdiden kaybedilmiştir.   Eğer bu demokratikleştirme harekâtına hemen şimdi başlanırsa 2015 seçimleri için umut olabilir.   2015 seçimlerinde de başarı sağlanamazsa bir sonraki seçimlerde Beyaz Türk politbürosunun kayda değer bir aktör olarak yer alması ihtimali çok düşüktür. 


HUKUKÎ UYARI: selimsomcag.org sitesinde yer alan bilgi, haber ve yorumlar güvenilir olduğuna inanılan kaynaklardan derlenen veriler ve bunlara dayanan kişisel yorumlardır. Kamuoyunu aydınlatmak amacıyla yayınlanan bu bilgi ve yorumlar hiç bir şekilde tavsiye veya yatırım danışmanlığı niteliği taşımaz. Bu bilgi ve yorumlara istinaden yapılacak işlemler sonucunda doğabilecek zararlardan selimsomcag.org hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2014 Selim Somçağ. Her Hakkı Saklıdır.