1. Tespit: Türk ekonomisi 2011’in ilk çeyreğinden başlayarak yavaşlamaktadır. Önce tedricî seyreden yavaşlama 2011’in son çeyreğinden başlayarak hızlanmıştır. Bu gidişatı resmî büyüme hızı rakamlarından görelim:
2011-I : 12.1, 2011-II: 9.1, 2011-III: 8.4, 2011-IV: 5, 2012-I: 3.4, 2012-II: 3, 2012-III: 1.6.
Görüldüğü gibi 21 ay içinde ekonominin büyüme hızı % 12’den % 2’nin altına gerilemiş. Vahim bir tablo.
2. Tespit: Türkiye 2011’in Kasım ayından itibaren İran’a yönelik ambargoyu delmek amacıyla İran’dan satın aldığı petrol ve doğal gazı giderek artan oranda döviz yerine altınla ödemeye başladı.
İlk başta İran’a ödenen altın ithalatla karşılanırken bu yılın Şubatından itibaren İran’a gönderilen aylık altın miktarı o ayki altın ithalatının çok üzerine çıktı. Yani Türkiye elindeki altın rezervlerini ithalat finansmanı için kullanmaya başladı. Bunun eldeki döviz rezervini kullanarak ithalat yapmaktan bir farkı yoktur. Böylece olay İran’a yönelik ambargoyu delmekten çıktı, hükümetin cari açığı devalüasyona yol açmadan finanse etme çabasına döndü.
Nasıl döviz karşılığı yapılan ithalatın ödemeleri dış ticaret verilerinde yer almıyorsa, İran’dan yapılan ithalat karşılığında ödenen altının da dış ticaret verilerinde yer almaması, buna karşılık Ödemeler Dengesi verilerinde resmî döviz rezervi kaybı olarak gösterilmesi gerekirdi. Böyle yapılmadı, bu ödemeler ihracatmış gibi gösterildi. Böylece bir taşla birkaç kuş birden vurulmuş oluyordu, tabiî hepsi de gerçek olmayan, sanal istatistik kuşları olmak şartıyla... Birincisi, Türkiye’nin altın rezervlerinin eridiği gözlerden uzak tutuluyordu. Böylece ülkenin sessiz sedasız döviz sıkıntısına düşmüş olduğu gizleniyordu. İkincisi, ihracatın şişirilmesiyle dış ticaret açığı, dolayısıyla cari açık olduğundan küçük gösteriliyor, böylece sıcak para yatırımcısına Türkiye’nin makro dengeleri olduğundan daha iyiymiş gibi pazarlanıyordu. Üçüncüsü, dış ticaret açığı olduğundan küçük gösterildiği için büyüme de olduğundan büyük gösterilmiş oluyordu. (NOT: Eğer İran’a ödenen altın tamamen ithalatla karşılanmış olsaydı, ödeme ihracat olarak gösterilse bile bunun dış ticaret açığı ve cari açık üzerinde, dolayısıyla büyüme hızı üzerinde bir etkisi olmazdı. Sadece ihracat ve ithalat rakamları şişmiş olurdu. Tabiatıyla bu durumda Türkiye’nin altın rezervi de kullanılmamış olurdu. Böylece yukarıdaki üç sonucun hiçbiri ortaya çıkmazdı.)
Bu çarpıtma sonucunda Türkiye’nin 2012’nin ilk 10 ayındaki ihracatı gerçekte olduğundan USD 5 mia daha fazla görünmekte. Dolayısıyla, Ekim 2012 itibarıyla Türkiye’nin 12 aylık dış ticaret açığı aslında USD 85 mia değil, USD 90 mia, Türkiye’nin 12 aylık cari açığı da aslında USD 53 mia değil, USD 58 mia.dır.
Şimdi büyüme konusuna geri dönelim. İran’a altınla yapılan ödemenin ihracat olarak gösterilmesi bu yılın büyüme rakamlarını ilk çeyrekten itibaren saptırmıştır, fakat belirgin etki üçüncü çeyrekte ortaya çıkmaktadır. Benim yaptığım yaklaşık hesaba göre 2012 üçüncü çeyrek büyüme verilerinden USD 2.3 mia.lık net altın ihracatı düşülürse üçüncü çeyrek büyüme hızı 1.6’dan 0.5’e düşmektedir.
Türkiye’de enflasyon oranlarının uzun süreden beri gerçekte olduğunun epey altında gösterildiğini de dikkate alırsak (Son yıllarda enflasyon sepetindeki malların sudan gerekçelerle kaç kere değiştirildiğini herhalde TÜİK Başkanı bile tam olarak bilmiyordur), millî gelir verilerinin enflasyondan arındırılırken (deflatörün olduğundan düşük hesaplanması sebebiyle) bir miktar şişirildiği ortaya çıkar. Bunu da hesaba katarsak, sözde altın ihracatını düşünce % 0.5’e gerileyen üçüncü çeyrek büyüme hızının aslında negatif olduğunu, yani üçüncü çeyrek itibarıyla Türk ekonomisinin daralmaya başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Böylece Türk ekonomisinin hızla yavaşladığı tespitini bir adım ileri götürmüş olduk. Son bir yıldır hızla yavaşlamakta olan Türk ekonomisi üçüncü çeyrek itibarıyla daralma aşamasına gelmiştir. Yani gerçek tablo ilk tespite göre daha da vahimdir.
Şunu da belirteyim ki çeşitli sektörlerdeki firmalardan aldığım bilgiler de bu tespitimi doğruluyor. Bu bilgilerden çıkan sonuca göre daralma aslında üçüncü çeyrekten de önce, Haziran ayında başlamış görünüyor.
3. tespitim ise büyümedeki bu olumsuz tablonun Ödemeler Dengesiyle birleşince bir çelişki arz etmesi. Şöyle ki, Türk ekonomisinin Özal döneminde sıcak para sistemine sokulmasından sonra, yani 1990’lardan başlayarak bu ekonomide büyüme sıcak para akışlarının bir fonksiyonu haline gelmiştir. Daha teknik konuşursak, son 20 yılda Türkiye’ye bir yıl içinde giren yabancı sermaye miktarının cari açığın finansmanından artakalan kısmıyla büyüme oranı arasında büyük bir korelasyon göze çarpmaktadır. Başka bir deyişle, Türkiye’ye bir yıl içinde girmiş olan net yabancı sermayeden, o yılki cari açık karşılandıktan sonra geriye ne kadar çok para kalıyorsa, Türk ekonomisi o kadar hızlı büyümektedir. (Söylemeye gerek yok ki bu ilişki o yılın sermaye girişi cari açığı kapatmaya yetebiliyorsa geçerli olur. Ama zaten sermaye girişinin cari açığı karşılayamadığı yıllarda büyüme değil, küçülme olmaktadır.)
Cari açığın finansmanından artakalan dış sermaye girişi fazlası Ödemeler Dengesi mantığı çerçevesinde Merkez Bankası döviz rezervlerinde artış olarak ortaya çıktığı için bu rakama ulaşmak gayet kolaydır. Bu bağlamda son yılların büyüme seyrine göz atarsak, yabancı sermaye fazlasının USD 8 mia olduğu 2007’de büyümenin % 4.7 olduğunu, fazlanın USD 1 mia.a düştüğü 2008’de büyümenin de 0.7’ye gerilediğini, fazlanın ortadan kalktığı 2009’da büyüme değil, 4.8’lik küçülme olduğunu, fazlanın USD 12 mia.a ulaştığı 2010’da büyümenin de 9.2’ye sıçradığını görürüz.
2011’de ise cari açık finansmanından sonra sermaye fazlası değil, USD 2 mia.lık bir açık oluştu. Buna karşılık yıl genelinde büyüme % 8.5 gibi yüksek bir düzeye ulaştı. İlk bakışta bu durum yukarıdaki genel kurala aykırı düşüyor gibi görünse de, aslında öyle değil. Yıl genelindeki USD 2 mia.lık açık esas olarak yılın son çeyreğinde oluştu; ilk üç çeyrekte USD 5.5 mia.lık sermaye fazlası vardı. Yazının girişinde belirttiğim gibi 2011’in dört dönemine ait büyüme oranlarının yıl boyunca 12.1, 9.1, 8.4 ve 5 şeklinde seyretmesi de bu durumun sonucudur.
Bu kadar açıklamadan sonra gelelim 2012’nin arz ettiği çelişkiye: 2012’nin ilk 9 ayında Ödemeler Dengesinde görünen dış sermaye fazlası tamı tamına USD 16.5 mia gibi rekor düzeyde bir rakam! (Ekimi de hesaba katarsak bu rakam USD 21 mia.a ulaşıyor!) Normal şartlar altında bu rakamlar bize şunu söyler: Türkiye’nin kulaklarından döviz fışkırmaktadır ve Türk ekonomisi gümbür gümbür büyümektedir! Ne var ki fiiliyatta ilk iki çeyrekteki % 3’lük zayıf bir büyümenin (ki sözde altın ihracatını düşersek aslında % 3’ün de altında bir büyüme söz konusu) üçüncü çeyrekte yerini daralmaya bıraktığını görüyoruz. Bu çelişkinin açıklaması ne?
Bu çelişkinin gayet basit, fakat ekonomiyi yakından izlemeyen veya Türkiye’ye dışarıdan bakan ekonomistler için çok şaşırtıcı ve olağandışı bir açıklaması var. Çelişki Merkez Bankasının 2011 Eylülünde başlattığı son derece garip bir uygulamadan kaynaklanıyor. Bildiğiniz gibi Merkez Bankaları hem anî mevduat çekilişlerine karşı bankacılık sistemini korumak için, hem de bir politika aracı olarak bankaların elindeki mevduatın bir bölümünü “munzam karşılık” adı altında bloke eder. Buradaki normal uygulama TL mevduat için TL cinsi karşılık, döviz mevduatı için döviz cinsi karşılık tutulmasıdır. Ne var ki TCMB 2011 Eylülünden itibaren bankalara TL mevduat için de döviz cinsi munzam karşılık tutabilme “imkânını” tanıdı. Tabiî bir banka açısından TL mevduat için TL’den daha kıt bir kaynak olan döviz cinsi karşılık tutmanın ne gibi bir avantajı var, dolayısıyla bu nasıl bir “imkân” diye soracak olursanız, buna TCMB’nin ne cevap vereceğini doğrusu ben de merak ediyorum.
Tabiî Merkez Bankası bankaları bir kere bu “imkândan” yararlandırmayı kafasına koyduktan sonra ülkemizde hiçbir banka bundan yararlanmazlık edemez. Nitekim uygulamanın başlamasından sonraki 14 ay içinde Türk bankacılık sektörünün Merkez Bankasında tuttuğu döviz varlığı jet hızıyla USD 23 mia.dan USD 62 mia.a yükseldi. (TL cinsi munzam karşılıklar ise TL 68 mia.dan TL 12 mia. düştü.) Tabiî döviz cinsi munzam karşılıklar 14 ayda % 172 artarken bankalardaki döviz mevduatı sadece % 10 artabildiği için, daha önce döviz mevduatı için % 23 olan fiilî munzam karşılık oranı % 56’ya yükseldi. Yani şu anda Türk bankacılık sektörünün nezdinde mevduat olarak bulunan her 100 doların 56 doları Merkez Bankasında! Bayağı şaşırdınız, değil mi?
Şimdi gelelim bu yıl gözlenen yükse boyutta sermaye fazlasıyla düşük büyüme arasındaki çelişkiye... Söylemeye gerek yok ki bankaların döviz cinsi munzam karşılıklarındaki bu büyük artış olduğu gibi Merkez Bankası döviz rezervine yansıyor. Rakamsal olarak bakarsak, bu yılın ilk 10 ayında bankaların Merkez Bankasında tuttukları döviz miktarında USD 29 mia artış olmuş. Öte yandan normal şartlar altında belli bir dönemin Ödemeler Dengesinde Merkez Bankası döviz rezervinde gözlenen artış o dönem içinde Türkiye’ye giren yabancı sermaye akışının cari açık finansmanından artakalan kısmına eşittir. Ne var ki bu eşitliğin geçerli olması için Merkez Bankasının bankaların elindeki döviz mevduatının her ay daha büyük bir bölümüne el koymak gibi sıradışı uygulamalara girişmemesi, döviz mevduatındaki munzam karşılık oranının sabit kalması gerekir. Buna riayet edilmezse hesap karışır. Demek ki Türkiye’de Ekim 2011-Ekim 2012 dönemine ait Ödemeler Dengesi istatistiklerindeki resmî döviz rezervi hareketlerini cari hesapla sermaye hesabının etkileşiminden doğan farkların sonucu olarak görmek doğru değildir! Buradaki asıl hareket bankaların elindeki dövizin giderek daha büyük bölümünün Merkez Bankasına akmasından kaynaklanmıştır. (Uygulamanın Eylül 2011’de başlatılmasından bu yana döviz olarak tutulabilecek ya da tutulması gereken karşılık oranları 9 kere arttırıldı!)
Şimdi ezber bozan nihaî tespitlere gelelim: Bu yılın ilk 10 ayında bankaların Merkez Bankasına USD 29 mia.lık döviz aktardıklarını belirtmiştim. İlk 10 ayın Ödemeler Dengesinde ise Merkez Bankası döviz rezervinin USD 21 mia arttığı görülmektedir. Bu veriyi yukarıdaki bilgiyle birleştirdiğimizde aslında Ocak-Ekim 2012 döneminde Merkez Bankasının eline dış sermaye girişi kaynaklı USD 21 mia. geçmiş olmadığını, aksine Merkez Bankasının Türk bankalarından aldığı USD 29 mia.ın USD 8 mia.ını cari açık finansmanı için kullandığını görürüz. Sonuç olarak, 2012 yılındaki büyüme tablosunun Türkiye’de 20 yıldır gözlenen “Ne kadar dış kaynaklı sermaye, o kadar büyüme” kuralına bir istisna teşkil etmesi söz konusu değildir, çünkü Ödemeler Dengesinde görünen USD 21 mia.lık “Cari açık finansmanı fazlası dış sermaye girişi” tamamen bir illüzyondan ibarettir. Türkiye’ye böyle bir para girmiş değildir. Türkiye’nin 10 aylık cari açığı altın makyajı düşülünce USD 46 mia.dır. Bunun USD 5 mia.ı Türkiye’nin elindeki altın rezervinden, USD 8 mia.ı da Merkez Bankasının döviz rezervinden karşılanmış, böylece yılın ilk 10 ayında Türkiye dış dünyaya toplam USD 13 mia.lık uluslararası rezerv aktarmıştır.
Bu hesaba göre ilk 10 ayda Türkiye’ye giren gerçek net dış sermaye tutarı ancak USD 33 mia.dır ki, bunun da USD 46 mia.lık cari açığın finansmanına yetmediği, dolayısıyla bu yıl Türk ekonomisinde bir “cari açık fazlası sermaye girişi” kökenli kaynağın mevcut olmadığı açıktır. Bu durumda Türk ekonomisinin ilk iki çeyrekte cılız bir büyüme hızıyla seyrettikten sonra üçüncü çeyrekte daralmaya başlaması gayet doğaldır.
Öte yandan bu analizden çıkartılacak belki de en önemli mesaj şudur: Türkiye’ye 2011 sonbaharından beri cari açığı tümüyle finanse edebilecek boyutta yabancı sermaye girmemektedir. Hükümet bu durum karşısında döviz kurlarını yükseltmeden cari açığı finanse edebilmek için 2011 sonbaharından itibaren özel sektörün döviz rezervini ve halkın elindeki altın stokunu kullanmaya başlamıştır. Hükümetin bankaları vatandaşın elindeki kara gün altınlarını toplamaya yönlendirmesi de bu politikanın bir parçasıdır. Küresel kriz ortamında bunun son derece miyop bir politika olduğu ve bu acıklı durumun Türk ekonomisinde bir zaman sonra ortaya çıkacak vahim olayların habercisi olduğu açıktır. İşin en acı tarafı da bu oyunu kurgulayanlar dışında bütün Türkiye’nin olan bitenden bîhaber görünmesidir.