SELİM SOMÇAĞ
Ekonomik Danışmanlık

Bağımsız, Objektif, Güvenilir



BASKIN ORAN VE İSTANBULAZINLIKLARI.ORG (24 Ocak 2005)


İstanbulazınlıkları.org diye bir internet sitesi olduğunu biliyor musunuz?   Demek İstanbullu Rum,  Ermeni ve Yahudi asıllı vatandaşlarımız biraraya gelerek böyle bir internet

sitesi kurmaya karar vermişler!   Öyle mi zannedersiniz?   Belki Anadolu buna inanır da,  bizim gibi İstanbul’u ve İstanbullu azınlıkları iyi tanıyanlar buna inanmaz.   Birincisi,  bütün karşı propagandalara,  kin tohumu ekmek isteyen dış odaklara rağmen bu vatandaşlarımızın çoğu kendini önce Türk olarak görür.   (İnanmayan tamamen konuyu kaşımak amacıyla yazılmış “Azınlık Gençleri Anlatıyor” kitabındaki ifadeleri okusun da azınlık gençlerinin büyük çoğunluğunun kendilerini nasıl Türk gördüklerini,  etnik Türk arkadaşlarına ne kadar güvendikleri sorusuna “Sonuna kadar” cevabını verdiklerini görerek insanımızla gurur duysun.)   Dolayısıyla,  bu vatandaşlarımız dinî konular dışında cemaat kimliğiyle biraraya gelmeyi pek sevmezler ve buna ihtiyaç da duymazlar.   Hele iki cemaat arasında,  hele hele de Hıristiyanlarla Yahudiler arasında böyle bir örgütlenme hiç olmaz.  Ama tabiî işler kendi seyrine bırakılırsa olmaz.  Evet,  bildiniz!  Bu kendiliğinden oluşan bir proje değil.  Bu bir Avrupa Birliği projesi!  Avrupa Birliği oturmuş,  parasını bastırıp İstanbul Azınlıkları diye bir internet sitesi kurdurmuş.   Altına da AB bayrağını kondurmuş.  Tabiî Avrupalıların üstadı olduğu ikiyüzlü sömürgeci diplomasisinin kurallarına uyarak AB bayrağının altına “Buradaki görüşler AB Komisyonunu bağlamaz” yazmayı da ihmal etmemiş.  Ne olur,  ne olmaz!   Hem ortalığı karıştıralım,  hem de kimse bize bir şey diyemesin.   Gerçi başta AKP hükümeti varken yersiz bir korku,  ama neyse.

 

AB niye böyle bir site kurdurmuş?   Mesele insanlıksa,  niye “İstanbul’daki İşsizler”,  “İstanbul’da Sokaktan Çöp Toplayanlar” diye site kurdurmamış da bunu kurdurmuş?   AB’nin her üyesinde ve üye adayında böyle siteleri var mı?   Meselâ AB’nin İngiltere’de “Londra’daki İrlandalılar” veya “İngiltere’deki Pakistanlılar” diye siteleri var mı?   Slovakya’da rejim değiştikten sonra bazı şehirlerin içinde duvarlar örülerek Çingene mahalleleri getolaştırıldı.   AB buna rağmen Slovakya’yı üye yaptı.   Merak ediyorum,  AB’nin Slovakya’da “Bratislava’daki Çingeneler” diye bir sitesi var mı?   AB’nin Yunanistan’da şamar oğlanı haline getirilen Türk azınlıkla ilgili,  meselâ yasak bölge adı altında dünyadan tecrit edilen,  fakat geçenlerde camisine yarı çıplak Yunanlı kadın sokularak film çekilen Şahin köyü hakkında bir sitesi var mı?  Merak ediyorum ve soruyorum.     Çünkü AB’nin Türkiye’de böyle bir site kurdurmasının anlamı açıktır.   Böyle bir sitenin kurulması “Türkiye’de azınlıklar ezilmektedir,  bu bir sorundur”  tespitini yapmaktan ve AB’nin kendisini ezildiğini iddia ettiği azınlıkların yardımcısı olarak konumlandırmasından başka bir anlama gelmemektedir.   Zaten 6 Ekim İlerleme Raporundan ve 15 Aralık Avrupa Parlamentosu kararından AB’nin bunun böyle olduğunu açıkça ileri sürdüğünü biliyoruz.  AB Avrupa emperyalizminin 200 yıldır yaptığı Türkiye’deki azınlıkları kışkırtarak ülkeleri aleyhine kullanma,  bu yolla Türkiye’yi zaafa düşürme politikasını aynen devam ettirmektedir.

 

Azınlıklar konusu Türkiye’de hassas bir  konudur.   Çünkü Türkiye çok dinli ve çok etnik gruplu bir imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğunun içinden doğmuştur.   Osmanlı İmparatorluğu ise kendiliğinden yıkılıp gitmemiştir;  ömrünün son yüz yılı içinde Batılı emperyalistlerin Pax Ottomana içinde asırlardır barış içinde beraber yaşayan etnik grupları birbirlerine karşı kışkırtmalarıyla ortaya çıkan boğazlaşma ve savaşlar sonucunda yıkılıp gitmiştir.   Osmanlı’nın bu son yüzyılındaki her önemli savaşta en az bir azınlığın dahli vardır.   1828,  1877-78 ve 1914-1917 Türk-Rus savaşları Anadolu’da aynı zamanda Türk-Ermeni çatışması,  Balkanlarda da Türk-Slav,  Türk-Romen ve Türk-Yunan çatışması olmuştur.   İmparatorluğun tabutuna son çiviyi çakan I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Türk toprakları Rum azınlığın önemli bir bölümünün İngiliz ve Yunan ordularının gölgesinde,  Ermeni azınlığın önemli bir bölümünün de  Rus ve Fransız ordularının gölgesinde sivil Türk halka karşı katliam uygulamalarına tanık olmuştur.   Türkiye Sevr cenderesinden doğuda Ermenilerle,  batıda Yunanlı ve Rumlarla savaşarak kurtulmuş,  köhnemiş imparatorluğun yerine Türk’ün bayrağını yeniden dalgalandıran Cumhuriyet bu mücadelelerle kurulmuştur.   Bunu kimse unutmamalıdır.   Buna karşılık bugün bu azınlıkların ülkemizde barış ve kardeşlik ortamı içinde yaşamaları,  bahsettiğim kitapta da görüldüğü üzere büyük çoğunluklarıyla bu kardeşlik ortamının kadrini bilerek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını benimsemeleri de Türkiye Cumhuriyetinin başarısıdır,  övünç kaynağıdır.   Hepsi tepeden tırnağa kadar ırkçı ve dinci olan Avrupa ülkelerinin hiç biri,  bu kadar yakın geçmişte böyle kanlı bir tarih söz konusu olsaydı bunu yapamazdı.   Türkiye emperyalizmin iğvasına aldanarak devletlerine ihanet eden Hıristiyan azınlıklarla savaşarak yeni devletini kurduktan hemen sonra laik Cumhuriyette gayrimüslim azınlıklarla barışmasını bilmiştir.   Genç Türkiye Cumhuriyeti  bunu yaparken bütün Batı dünyasında ırkçılık,  şovenizm ve anti-semitizm yükseliyordu.   Fazla söze gerek yok;  bize karşı insan hakları havarisi kesilen Avrupalıların asırlarca sömürdükleri Pakistanlılara,  Magripli Araplara,   kalkınmak için yalvararak çağırdıkları Türklere bugün de Avrupa’da yaptıkları ortada.

 

Siteyi gezdim.   Azınlık mensubu vatandaşların AB’nin bu kışkırtma projesine malzeme olacak tarzda beyanlarına pek rastlanmıyor.   Sadece Ermeni asıllı bir gencin,  “Küçükken polis olmak isterdim;  polis olamayacağımı anlayınca çok üzülmüştüm.” açıklaması gözüme çarptı.   Kendi açısından haklıdır.   Ama ne yapalım ki Türkiye bugünlere Sason,  Zeytun,  Gedikpaşa ayaklanmalarından,  silah deposu haline getirilen Harput Amerikan Kolejinden,  Osmanlı Bankası baskınından,  II. Abdülhamit’in arabasına bomba konmasından,  93 Harbinde, I. Dünya Savaşında ve Millî Mücadelede Ermenilerin Rus ve Fransız süngülerinin gölgesinde Müslüman halka karşı uyguladığı sayısız katliamlardan geçerek gelmiştir.   Elbette aksi örnekler de çok.  Başta Mütarekede İngiliz İşgal Kuvvetlerine tercümanlık yaparken Anadolu’ya silah kaçıran millîcileri himaye eden,  yakalananları “Suçsuzdur” diye bıraktıran Berç Keresteciyan gelir (Atatürk soyadı kanunu çıkınca kendisine Türker soyadını vermiştir.)   Ermeni kapı komşumun dedesi Zeytinburnu cephane fabrikasında ustabaşıyken Anadolu’ya silah sevkiyatını örgütlemiş;  İstiklâl Madalyası var.  Ama ne var ki şimdilik bilançoda acı hatıralar ağır basıyor.  Bunu Türk düşmanlığını resmî politika haline getirmiş,  bunu anayasasına sokmuş bir Ermenistan’ın varlığı ve ABD ve Fransa’daki diaspora çoğunluğuna hâkim Türk düşmanlığı ve yakın geçmişteki ASALA olayları da körükledi.   Dolayısıyla o kardeşimiz de Türkiye Cumhuriyetinin kendini koruma refleksini anlayışla karşılamalı.    Daha 80 yıl önce,  Rus üniformalı Ermeni çetelerinin bütün Doğu Anadolu’yu kana buladığı,  koca Van şehrinin neredeyse bütün Müslüman nüfusunu bir gecede katlettiği bir ülkede,  kendi kimliğiyle barış ve güvenlik içinde,  muhtemelen ortalamın üzerinde bir refah düzeyinde yaşayabildiğini unutmamalı.   Hayal ve ütopya üzerine politika yapılmaz.   Dünyada bu kadar kanlı çatışmalardan sonra birarada yaşamanın bu boyutta sürdüğü ikinci bir örnek bulmak zordur.   İşte komşumuz AB üyesi Yunanistan’ın durumu ortada.   Bu devletin vatandaşı olduğundan beri (1912) her zaman devletine sadık kalmış olan Türk azınlığa reva görülen baskıcı,  ayrımcı siyaset azınlığın kendisi için Türk sıfatını kullanmasını Yunan millî güvenliğine tehdit sayma boyutunda.   Türkiye’yi emperyalistlerin ve hainlerin kışkırtmalarıyla,  ancak kitaplarda yazan peri padişahının ülkesiyle değil,  başka gerçek ülkelerle,  başka gerçek ülkelerin gerçek tarihiyle karşılaştırırsak üzülmeyiz,  seviniriz!

 

Bunun dışında sitede azınlıklardan AB’nin istismarına müsait beyanlara rastlamadım.   Bu konudaki malzeme kıtlığı AB’yi üzmüş olacak ki,  açığı kapatmak için AB muhipliğini,  genel olarak Batı ve emperyalizm muhipliğini,  Türk ve Türkiye düşmanlığını meslek haline getirmiş,  azınlık mensubu olmayan bir şahsın açıklamalarına yer verilmiş.   Bu şahsın adı Baskın Oran.   Hani şu AKP hükümetinin Türkiye’yi emperyalizmin provokatif diliyle suçlayan insan hakları raporunu kaleme almakla görevlendirdiği meşhur Baskın Oran.   ( Oran’ı tanımayanlar bu sitenin Makaleler/Tarih-Etnoloji-Türkçe bölümünde yer alan “Osmanlı Avrupa Birliğinde” adlı yazıma bakabilirler.)   Batı oryantalizminin Türkler hakkındaki bütün yalan ve önyargılarını içselleştirmiş olan,  kendi halkından ve ülkesinden utanan Oran,  bu sitede de AB’ye hizmette kusur etmemek için her zamanki gibi inciler döktürmüş.   Bakalım neler demiş:

 

1) Oran’a göre yabancıların gayrimenkul almalarına karşı çıkmak yabancı düşmanlığı yapmakmış.   O zaman dünyada ismen bağımsız olan,  Batı’nın tatil beldesi sömürge devletçikleri hariç, herkes yabancı düşmanı!   Yabancılara tarım arazisi satmayan İngilter de yabancı düşmanı,  yabancılara hiç gayrimenkul satmayan birçok ABD eyaleti de yabancı düşmanı,  Ege Adalarında yabancılara toprak satmayan Yunanistan da yabancı düşmanı,  topraklarının çoğu devlet mülkiyetinde olan ve bunları kendi vatandaşına bile satmayan İsrail de yabancı düşmanı!   Bugün Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı millî güvenlik tehditleri bu ülkelerden çok mu daha azdır?   Hatay ve Kilis’te toprakları hep Suriyelilerin alması,  öte yandan Suriye’nin haritalarında Hatay’ı hâlâ kendi toprağı göstermesi Baskın Oran adındaki uluslararası ilişkiler profesörüne bir şey demiyor mu acaba?   Ya GAP’a olan İsrail ilgisi?   Aynı İsrail’in ABD’nin Irak işgalinde gizli partner olduğunu,  direnişçilerin 100’den fazla İsrailli’yi öldürdüklerini biliyor mu acaba sayın profesör?   Sonra,  topraklarımızın haraç mezat satılmasına karşı çıkmak için illâ güvenlik riski olması gerekmez.   Biz fakir ülkeyiz.   Kuzey Avrupa ülkelerinin millî geliri bizimkinin on katı,  servetleri bizimkinin yüzlerce katı.   Bunların rantiye ve yaşlı kesimi yaşayacak ılıman iklimli,  ucuz ülke arayışında.   Biz kapıyı ardına kadar açarsak on yıla kalmaz Türkler Türkiye’nin Akdeniz kıyılarına ancak garson olarak girer.   Biz en güzel yerlerde kimin parası bolsa o otursun diye mi bu ülke için bin yıldır kanımızı döktük?   Bu ülkenin yurttaşları olarak bu haklı endişeleri dile getirmek neden yabancı düşmanlığı olsun?  Bana göre bunun adı vatanseverliktir.    

 

2) Oran misyonerliğe karşı çıkanları “Din yaymanın ulusal birliği parçalamak anlamına geldiğini keşfetmekle” itham ediyor.   Peki emperyalizm Latin Amerika’ya,  Afrika’ya misyonerlikle girmedi mi?   Batılı ve beyaz olmayan dünyanın işgalinde orduların yarım bıraktığı işi papazlar tamamlamadı mı?   Daha yakın geçmişte,  Kore Savaşı sonrasında Amerikalıların Hıristiyanlaştırdığı Koreliler bugün emperyalizmin hizmetinde değil mi?   Güney Kore’de ABD üslerinin ülkeyi terk etmesini isteyen milliyetçi hareketin karşısına Hıristiyanlaşmış nüfus dikiliyor.   Alın size kitaplara geçecek bir misyonerlikle işbirlikçi beşinci kol yaratma hikâyesi.   Bugün Türkiye’de misyonerlik yapanların hepsinin ipleri Batı’nın emperyalist merkezlerine çıkmıyor mu?  Bu da emperyalizm değilse nedir?  Sosyal bilim profesörümüzün bu basit, apaçık gerçekleri duyma şansı olmadı mı acaba? 

 

3) Oran diyor ki,  “Rum terimi Rum Ortodoksun kısaltılmışıdır ve bir Hıristiyan mezhebini ifade eder.”   Demek Rumca konuşanlar da aslında Rum Ortodoksça konuşuyorlar?   İşin doğrusu,  elbette Rum kelimesi,  Rum Ortodoksun kısaltılmışı falan değildir.   Rum,  Arapça Roma,  ve buradan yola çıkılarak Romalı demektir.   Arapçada “o” harfi olmadığı için Roma Rum olmuştur.  Türkler İslâm kültür dairesine girip Ön Asya’ya gelince diğer Müslümanlardan bu adı öğrenip kullanmaya başladılar.   Tabiî bu arada Roma parçalanmış,  doğu bölümü Grek çoğunluğun etkisiyle Bizans’a dönüşmüş,  dili Grekçe olmuştu.   Dolayısıyla Türk Bizans İmparatoruna Rum Kayseri, Greklere Rum,  Grekçeye Rumca dedi.   Bu Anadolu’da Türkçenin ilk metinlerinden itibaren açıktır.    Türk daha sonra Balkanlara geçince burada karşılaştığı Grek olmayan Ortodoks halklara asla Rum demedi.   Bu cemaatlerin çoğu o devirde Fener Patrikliğine bağlıydılar,  olmayanları da Fatih bağladı.   Osmanlı bu din birliğinin bilincinde olmasına rağmen sadece dinî-siyasî örgütlenme çerçevesinde bütün Ortodoksları kapsayan Rum Milletinden bahsetti,  fakat bu özel çerçeve dışında hiç bir zaman Bulgara,  Sırpa, Romene Rum demedi.    Bulgar,  Sırp,  Ulah dedi.   Halbuki o zaman bunların hepsi Rumca konuşan ruhbanın hâkimiyetindeki Fener Patrikliğine bağlıydı. Demek ki Rum bizde hep esas olarak etnik ve dilsel bir terim oldu.   Ayrıca dinî örgütlenme bağlamında da Osmanlı Rum Milleti dedi;  “Rum Ortodoks Kilisesi” demedi.   Rum Ortodoks ise Yunan kilisesini zamanla İstanbul Patrikhanesinden kopan Rus Ortodoks,  19.  yüzyıldan itibaren otosefal olan Balkanlı Ortodoks kiliselerinden ayırmak için kullanılan Avrupa kökenli bir kilise terimi.   Türkçede 19.,  belki 20.  yüzyıldan önce kullanılmayan,  kitabî,  tercüme  bir kelime.   Dolayısıyla Rum kelimesinin Rum Ortodokstan kısaltma yoluyla türetilmesi gibi bir durum mantıksal ve tarihî olarak mevcut değil, bilâkis tam tersi söz konusu.   Bilmem anlatabildim mi?   


HUKUKÎ UYARI: selimsomcag.org sitesinde yer alan bilgi, haber ve yorumlar güvenilir olduğuna inanılan kaynaklardan derlenen veriler ve bunlara dayanan kişisel yorumlardır. Kamuoyunu aydınlatmak amacıyla yayınlanan bu bilgi ve yorumlar hiç bir şekilde tavsiye veya yatırım danışmanlığı niteliği taşımaz. Bu bilgi ve yorumlara istinaden yapılacak işlemler sonucunda doğabilecek zararlardan selimsomcag.org hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2014 Selim Somçağ. Her Hakkı Saklıdır.