Arap dünyası Ocak ayının ilk haftasından beri arka arkaya patlak veren protesto gösterileri ve ayaklanmalarla sarsılıyor. İşin şakası yok; şimdiye kadar iki ülkede devlet başkanları devrildi, üçüncüsü de sırada. Cezayir’den Suriye’ye, Yemen’den Suudi Arabistan’a kadar birçok ülkede de hükümetler ayaklanma korkusuyla halka sosyal, ekonomik, hatta siyasî taviz verme yarışına girdiler. Ancak çok güçlü görünen diktatörlerin silahsız kitlelerin protesto eylemleriyle devrilebildiğinin ortaya çıkmasından sonra Arap dünyasında eski düzenin devam etmesi imkansız. Tabii küresel krizle değişmeye başlayan güç dengelerinin daha da değişeceği de hesaba katılırsa bölgede taşların kısa sürede yerine oturmasını beklemek gerçekçi olmaz. Arap dünyasındaki çalkantının daha uzun süre devam etmesi çok muhtemel.
Bu gelişmelerin Arap dünyasının kıyısında yer alan, bu bölgeyle köklü tarihî, dinsel ve etnik bağlara ve yoğun ekonomik ve siyasî ilişkilere sahip olan Türkiye için hayatî önemde olduğu ortada. Ne var ki şu ana kadar Türkiye’de siyasetin de, medyanın da Arap ülkelerinde olup bitenlerin gerçek mahiyetini kavramak ve Türk kamuoyuna aktarmak konusunda başarılı oldukları söylenemez. Bu konuda bence ürkütücü bir gaflet içindeyiz, çünkü aşağıda göreceğimiz gibi Arap ülkelerindeki olaylar ilk bakışta göründüğünden çok daha geniş kapsamlı ve çok boyutlu bir sürecin parçası.
Buradaki ilk sorgulanması gereken konu elbette ayaklanmaların neden başladığı. Türk medyasında bu konuda “Baskıcı rejimlere karşı demokrasi arayışı” teması dışında bir açıklama çabası görülmedi. İlk günlerde bazı İslamcı yazarların süreci “Laik dikta rejimlerine karşı Müslüman kitlelerin başkaldırması” olarak göstermeye çalışmaları da “demokrasi arayışı” açıklamasının bir versiyonu olarak görülebilir. Ancak kısa sürede hiçbir ülkede eylemleri İslamcıların başlatmadığı ve yönlendirmediği, Mısır’daki o çok şişirilen Müslüman Kardeşlerin de ancak % 20’lerde bir halk desteğine sahip olduğunun anlaşılmasıyla bu fantezi de çok çabuk söndü.
Bir de son zamanlarda önce fısıltı gazetesinde başlayıp sonra Beyaz medyadaki bazı yazarlara terfi eden başka bir görüş var: Bu ayaklanmaların hepsi Amerika’nın işiymiş! Amerika böylece o meşhur Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirmeye başlamış. Proje tamamlanınca da İran’a saldırıp mollları ham yapacakmış!
Bu görüşlerin hiçbiri ikna edici değil. Ayaklanmaların tek amacı demokrasi arayışı ise, sömürgeci devletlerin çekilmesinden bu yana Arap dünyasında demokrasinin hiçbir zaman esamesi okunmadığına, Arap halklarının kitlesel bir demokrasi arayışına da rastlanmadığına göre, Cezayir’den Yemen’e uzanan devasa bir coğrafyada milyonlarca insan neden şimdi birdenbire hayatlarını hiçe sayacak kadar radikalleştiler? Arapların demokrasi aşkı neden durdu durdu da bugün alevlendi? Facebook ve Twitter yüzünden mi?
Gelelim “Her şeyi Amerika yaptı” iddiasına... Delil olarak sunulan veri Mısır’daki eylemlerde Sorosçuların yer alması. Peki bu durum protestoları Sorosçuların başlattığı veya yönettiği anlamına gelir mi? Deniyor ki, Mısır’da Mübarek’in “kullanım süresi dolmuş” da, Amerika o yüzden onu devirmiş. Allah Allah! Bu Mısır dünyada İsrail’den sonra en çok Amerikan yardımı alan ülke değil mi? Ordunun başındaki generallerin CIA ve İsrail’le kucak kucağa oldukları en ince ayrıntısına kadar Batı medyasında yer almadı mı? Bu şartlar altında ABD zaten 80 küsur yaşına gelmiş Mübarek’ten illâ kurtulmak istiyor olsa bunu örtülü bir saray darbesiyle rahatça yaptırabilirdi. Bunun için neden sonunun neye varacağı belli olmayan ayaklanmalardan medet umsun ki?
Bu işin başka bir cephesi daha var: Halk hareketlerinin rejimi sarsmaya başladığı bir Arap ülkesi de Bahreyn. Basra Körfezinde yer alan küçük bir adalar ülkesi olan Bahreyn Şeyhliğinin stratejik önemi büyük. Suudî Arabistan anakarasına bir köprü-otoyolla bağlanabilecek kadar yakın olan Bahreyn karşı kıyıdaki İran’a da uzak değil. Bu konumu sebebiyle Bahreyn adaları Amerikan donanmasının 5. filosunun merkez üssü. Öte yandan ABD, İngiltere ve Suudî Arabistan’la yakın dost olan Sünnî El Halife ailesinin yönettiği Bahreyn’de yerli nüfusun % 70’i Şiî, bunların birçoğu da Fars kökenli. Dolayısıyla Bahreyn’in demokratikleşmesi Şiîleşmesi ve İran’ın nüfuz alanına kayması demek. Böyle bir durumda ABD’nin 5. filosuna acaba ne olur? Ayrıca Bahreyn’in Suudî Arabistan’ın Şiî nüfusa sahip doğu bölgesine komşu olduğunu da unutmamak lâzım. ABD’nin Bahreyn’de halkı yönetime karşı kışkırtarak bu riskleri alması mümkün müdür?
Demek ki Arap ayaklanmaları hakkında Türkiye’de tedavüle sokulan açıklamalarla bir yere varamıyoruz. Peki Mağripten Maşrık’a bütün Araplar neden bir ay içinde sokaklara döküldü? Bu sorunun cevabı hiç de esrarengiz değil. Arap dünyasında ilk protesto eylemi 6 Ocakta Cezayir’de başladı. İngilizce’de bilenler bu olayı internnette aradıklarında şu başlıkla karşılaşacaklar: “Algeria Food Riots”, yani Cezayir gıda ayaklanmaları. Batı medyasında olayların ilk gününden itibaren eylemlerin çok yüksek gıda fiyatlarını ve işsizliği protesto etmek için yapıldığı bilgisi yer aldı. Bir süre sonra Tunus’ta, daha sonra da Mısır’da başlayan eylemlerin de ilk baştaki amacı yine yüksek gıda fiyatlarını, yoksulluğu ve işsizliği protesto etmekti. Daha sonra gösterilerin sert şekilde bastırılmak istemesinin kitleleri radikalleştirmesi, baskıcı yönetimlere duyulan tepkinin patlamaya dönüşmesi, Tunus devlet başkanı devrildikten sonra bunun diğer Arap ülkelerinin halklarını cesaretlendirmesi ayrı konular. Fakat Kuzey Afrika’daki ilk eylemleri tetikleyen faktörün gıda fiyatlarındaki büyük artış olduğu tartışmasız bir gerçek. Batı medyasında olayların ilk gününden itibaren altı çizilerek dile getirilen bu hususun Türk medyası tarafından âdeta gizlenmek istenmesi ise çok ilginç. Ayrıca aynı dönemde Bolivya’dan Çin’e kadar Arap coğrafyasının dışında kalan birçok ülkede de yüksek gıda fiyatlarını protesto etmek için gösteriler yapıldı. Türk medyası bunlara da hiç yer vermedi.
Gıda fiyatlarında son dönemde ortaya çıkan yükseliş gerçekten de birçok ülkede toplumsal istikrarı dinamitleyecek boyutta. Son dokuz ayda en temel gıda maddesi olan buğdayın fiyatı % 90, mısırın fiyatı % 120, soyanın fiyatı % 60 arttı. Bunlar dışında da pirinçten ete kadar temel gıda maddesi olarak aklınıza ne gelirse hepsinin fiyatında büyük artışlar oldu. Dünya Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) dünya gıda fiyatları endeksi son sekiz aydır sürekli artışta ve şu anda endeksin başladığı 1990 yılından bu yana görülen en yüksek düzeyde. Fiyatlardaki artış devam ederse dünyanın daha birçok ülkesinde yoksul insanlar beslenemez hale gelecek ve sokaklara dökülecek. Arap dünyasının bu konuda başı çekmesini sebebi ise bu coğrafyanın kendini besleyememesi, gıda bakımından çok büyük oranda dışa bağımlı olması. Meselâ ülke topraklarının yalnızca % 3’ünde tarım yapılabilmesine rağmen nüfusu 80 milyona ulaşan Mısır tükettiği buğdayın % 60’ını ithal etmek zorunda. Dünya buğday fiyatlarının son dokuz ayda % 90 artmasına rağmen Türkiye’de buğday fiyatının yalnızca % 30 artmasını ise Türkiye’nin hâlâ tükettiği buğdayın % 90’ından fazlasını üretebilmesine ve TMO denen düzenleyici bir kurumun varlığına boçluyuz. Turgut Özal başbakanlığı sırasında Dünya Bankası-IMF ikilisinin talimatıyla Et Balık Kurumunu, SEK’i, kamuya ait yem sanayiini yok edip Türkiye’de hayvancılığı bugünkü acınacak durumuna düşüren kişidir. Eğer biraz daha iktidarda kalsaydı TMO’yu da yok edip Türkiye’deki tahıl üretiminin de köküne kibrit suyu dökecekti. O takdirde belki bugün Türkiye de gıda fiyatlarından kaynaklanan kitle eylemlerine sahne olacaktı. Siyasette Özal’ın çizgisinin devamıymış havası yaratarak siyasî rant arayanların bu gerçekleri kavramasında ve gerçek dışı bir Özal mitosu yaratmamasında büyük yarar var. Arap ülkelerindeki gıda ayaklanmaları aynı zamanda vahşi liberalizmin, Reagan-Thatcher ve bizdeki çırakları olan Özal’ın ilkel ekonomi doktrinlerinin iflasının ifadesidir ve bu iflas Türkiye’de Özal devrinden beri “Devlet manavlık, kasaplık yapmasın, köylüler senelerdir Türkiye’yi soyuyor” gibi gerçek dışı demagojilerle Amerikan gıda tekellerine hizmet eden sahte iktisatçılara ders olmalıdır.
Gıda fiyatlarındaki bu görülmemiş yükselişin sebebine gelecek olursak, Amerikan ve İngiliz medyasına göre yalnız gıda ürünlerinde değil, metallerden petrole, pamuğa kadar vadeli borsalarda işlem gören bütün emtia çeşitlerinde gözlenen fiyat artışları her bir malın piyasasında birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkan arz-talep dengesizliklerinden kaynaklanıyor. Bu kaynakların son dönemde bu düşünceyi pazarlamak ve alternatif açıklamaları itibarsızlaştırmak için büyük çaba sarf ettikleri görülüyor, çünkü ABD’nin çıkarı gerçek sebebin kamufle edilmesini gerektiriyor. Son birbuçuk yılda emtia fiyatlarındaki yükselişin başdöndürücü tempoya ulaşmasının gerçek sebebi ise Fed’in Amerikan ekonomisini canlandırmak ve batık finans sistemini yüzdürmek için mütemadiyen dolar matbaalarını çalıştırıp ekonomisine karşılıksız para pompalaması. Bu paranın Amerikan ekonomisinde gideceği güvenilir yatırım alanları giderek azaldığı için büyük bölümü vadeli emtia piyasalarında spekülasyona yöneliyor.
Bu elbette günümüz dünyasındaki ekonomi-politika etkileşimini kavramak ve dünyanın nereye doğru gideceğini kestirebilmek için hayatî önemde bir tespit. ABD’nin kendi ekonomisini ve kaderi oraya bağlı olan askerî-siyasî gücünü biraz daha ayakta tutabilmek için başlattığı muazzam boyuttaki parasal genişleme harekâtı artık bütün insanlığın hayatını çok olumsuz bir şekilde etkilemeye başladı. Aslında ABD yönetimi bu davranışıyla insanlığa karşı suç işlemektedir. Ne var ki ekonomi dünyasında her şey birbirine bağlı olduğu için ABD de oynadığı bu oyundan uzun vadede kazançlı çıkamayacaktır. İşte Fed’in her ay Amerikan bankacılarına dağıttığı 75 milyar dolarların dünya gıda fiyatlarını patlatmasının ilk siyasî sonucu olarak Arap dünyasında bir kargaşa dönemi başlamış ve ABD’nin Arap dünyasındaki bir numaralı dostu olan Mübarek devrilmiştir. Son 20 yılda yine Batı’nın sadık bir adamı haline gelen ve Amerikan bankalarında 82 milyar dolar parası olduğu söylenen Libya lideri Kaddafi sallanmaktadır. Önümüzdeki aylarda bu sürecin devam edeceğini, Arap dünyasında istikrarsızlığın artacağını, her ülkede rejim değişmese bile hükümetlerin halkların sesine daha çok kulak vermek zorunda kalacağını, bunun sonucunda ABD’nin ve yakın müttefiki İsrail’in Ortadoğu’daki straejik konumlarının zarar göreceğini tahmin edebiliriz.
Tabiî bunlar orta-uzun vadeli ihtimaller. Fakat ABD’nin sürekli karşılıksız para basarak emtia fiyatlarını uçurmasının ABD dahil bütün ülkeler için çok yakın vadeli olumsuz sonuçları da olabilir. Meselâ genel emtia hareketiyle beraber çok yukarılara tırmanan petrol fiyatındaki artış biraz daha sürerse Amerikan ekonomisi yeniden durgunluğa girer ve dünya ekonomisini de peşinden sürükler. ABD iki yıl önce durgunluğa girdiğinde Türk ekonomisinin % 14’lük küçülmeyle dünya rekoru kırdığını AKP medyası unutturmaya çalışsa da biz unutmadık. Acaba yeni bir küresel durgunlukta o zamana göre sanayide ve ticarette iyice daralmış olan kâr marjlarıyla halimiz nice olur? Madalyonun öbür yüzüne bakacak olursak, bir sonraki aşamada ABD’de enflasyonun rahatsız edici boyutlara ulaşması ABD’yi para basmaktan vazgeçmeye zorlayabilir. Geçen yıl sonunda 49 milyar dolarla tarihî rekorunu kırmış olan Türkiye’nin cari açığını finanse eden dış sermaye girişinin çok büyük bölümünün Fed’in bastığı karşılıksız paralardan geldiğinin farkında mıyız acaba?
Özetlersek, Arap ülkelerindeki ayaklanmalar salt siyasî-toplumsal hareketler değil, bunların önemli bir ekonomik boyutu da var. 2008’de burada o zaman yeni patlak vermiş olan dünya krizi hakkında yazarken kriz sürecinin birçok toplumsal ve siyasî sonuçları olacağını da söylemiştim. İşte Arap dünyasında iki aydır gördüğümüz olaylar aslında bu sonuçların bir bölümünden başka bir şey değil.