SELİM SOMÇAĞ
Ekonomik Danışmanlık

Bağımsız, Objektif, Güvenilir



AMERİKA'NIN YENİ 11 EYLÜLÜ (14 Ağustos 2008)


Amerika’da patlak veren mortgage kriziyle ilgili daha önceki yazılarımda şu öngörülerde bulunmuştum:

 

Amerika’daki finansal kriz kısa sürede atlatılamayacak,  derinleşerek genel bir ekonomik krize dönüşecek ve bütün dünyaya yayılacaktı.     Öte yandan Amerika bu sürecin her aşamasında ekonomik depremin merkez üssü olmaya devam edecekti.

 

Bu kriz dünya ekonomisinde ve finans piyasalarında 1980’lerde ABD tarafından başlatılan neo-liberal dalganın sonunu getirecek,  ABD’den başlamak üzere Batı ekonomileri devletçi bir yapıya bürünmeye başlayacaktı.

 

Dünyanın mevcut güç dengeleri karşısında Amerika’nın içine yuvarlandığı derin ekonomik kriz Amerika’nın küresel boyuttaki siyasî ve askerî hegemonyasının da sonunu getirecekti.    Ancak hiçbir süper güç hegemonik konumunu kendiliğinden terk etmeye yanaşmayacağı için,  Amerika’nın bu süreci durdurabilmek umuduyla dünyanın sıcak bölgelerinde bir dizi çatışma çıkartması beklenebilirdi.   Bu yalnızca siyasî bir zorunluluk olmayıp, aynı zamanda Amerikan ekonomisinde ortaya çıkan durgunluğu savaş harcamalarıyla hafifletme ihtiyacından da kaynaklanacaktı.

 

Bu görüşleri dile getirdiğim yazıların sonuncusunu dört ay önce yazmıştım.    O tarihten bugüne kadarki gelişmeler bu öngörülerin hepsini doğruladı.    Amerikan ekonomisinin hali ortada.   Yılın ilk yarısında hafatada bir “Krizin en kötü dönemi geride kaldı” diye haykıran Amerikan medyası bile artık mortgage krizinin iki yıl daha süreceğini yazmaya başladı.   Bu yılın ikinci çeyreğinde euro bölgesinde  1999’da euronun tedavüle çıkmasından bu yana ilk defa büyümenin eksiye dönmesi ise Amerika’daki durgunluğun dünyaya yayılmaya başladığının önemli bir  göstergesi.   Başka bir çarpıcı gösterge de Çin’in yıllardır sürekli artan sanayi üretiminin ve ihracatının yaz başından bu yana tökezlemeye başlaması.     Tabii bu daha başlangıç.   Son yıllarda dünya ekonomik büyümesinin tam yarısını üreten Amerikan ekonomisi daraldıkça dünya ekonomisinin de onu izlemesi kaçınılmaz.

 

Gelelim ekonomide devletçiliğin dirilmesine.    İnsanlık tarihinin ulaştığı en yüksek refah düzeyini temsil eden devletçi-Keynezyen sosyal devlet modeli 1980’lerden itibaren Amerika’da Reagan’ın,  İngiltere’de Thatcher’ın öncülüğünü yaptığı saldırgan neo-liberalizm tarafından yok edildi.     Türkiye’de hâlâ dış bağlantılı ekonomik ve siyasî elit sayesinde bu akımın son derece ilkel sloganları hâkim ekonomik zihniyeti temsil ederken neo-liberalizm anavatanı ABD’de bu yıl itibarıyla son nefesini vermiş durumda.    ABD hükümeti 2008 içinde önce ekonomiyi canlandırmak için vatandaşlarına millî gelirin % 1’inden daha büyük bir tutarı banka çekleriyle dağıttı.   Büyük bir yatırım bankasını (Bear Stearns) ve 8 yerel mevduat bankasını devletleştirdi.    Mortgage sektörünü desteklemek için devlet tarafından kurulmuş,    fakat borsaya kote anonim şirket niteliğindeki iki dev kurumda krizin yaratacağı bütün zararı karşılayacağını açıkladı.     Bu iki kurumun gerçek zararı şu an için USD 75 mia olarak tahmin ediliyor,   fakat bir yıl içinde bunun USD 300 mia.a kadar yükselmesi muhtemel.    Son olarak bu yılın ikinci çeyreğinde USD 18 mia gibi çok büyük bir zarar yazan Amerika’nın dev otomotiv şirketi General Motors Amerikan hükümetinden malî yardım istedi.     Böyle bir yardım alamazsa bu şirketin uzun süre yaşaması zor görünüyor.    Aslında Amerika’nın diğer iki otomotiv devi olan Ford ve Chrysler’in durumları da çok parlak değil.    Bir süre sonra Amerikan otomotiv sanayiini aynen Fransa’da olduğu gibi devletin kanatları altına sığınmış yarı-resmî kuruluşlar halinde görmek şaşırtıcı olmaz.   Amerika’nın devletçiliğe doğru hızlı kayışının başka bir çarpıcı işaretini de 20 yıllık Fed başkanlığı sırasında Amerika’da finansal piyasaların aşırı serbestleşmesini sağlayarak önce 1990’ların sonunda patlayan internet-yeni ekonomi balonuna,  ardından 2000’lerde de mortgage balonuna yol açan Greenspan verdi.     Bir zamanların aşırı liberal iktisatçısı 7 Ağustos 2008 tarihli Economist dergisine verdiği demeçte “Ülkemiz krizlerin çözümünün piyasaya bırakılması düşüncesini çoktan terk etmiştir” diye fetva verdikten sonra ABD hükümetinin şirket kurtarmalarına devam etmesini ve bunun için yeni bir kurum oluşturmasını tavsiye ediyor.

 

Ekonomisinin girdiği çöküş süreci yüzünden siyasî-askerî hegemonyasını da kaybedeceğinden korkan Amerika’nın bunu önleyebilmek umuduyla muhtemel hasımlarına şimdiden el ense çekmeye başlamasının örnekleri ise pek çok:    ABD’nin İsrail’le beraber sürekli İran’a sataşması,   Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya füze kalkanı kurma girişimi,   Fransa ve Almanya’nın muhalefetine rağmen  Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya alma kararı...    Amerika bütün bu adımları henüz bileğini bükecek güçte olmadığını umduğu Rusya’yı köşeye sıkıştırarak erken bir yenilgiye uğratma hesabıyla attı.     Temmuz sonunda Amerikan ekonomisindeki tablonun beklediğinden daha hızla kötüleşmesi ABD’yi çabuk davranmaya zorladı.    Amerika önce Fed’in elinde bulunan sınırlı döviz rezervinin önemli bir bölümünü harcamak uğruna dolar-euro paritesine müdahale ederek dolardaki ve Amerikan finans piyasalarındaki erozyona geçici bir takoz koydu.  (Bu müdahalenin teknik ayrıntılarını ve ABD’nin bundan sonra dolar piyasalarına ne boyutta müdahale edebileceğinin analizini Haftalık Ekonomik Yorumda bulabilirsiniz.)   Kısa süre sonra da Amerika’da yetiştirildikten sonra bir Soros operasyonuyla Gürcistan’ın başına ışınlanan sadık bendesi Saakaşvili’yi Rusya’nın üzerine saldırttı.    (Rusya Saakaşvili’ye iki tane patlattıktan sonra Anglo-Sakson medyasının yaymaya çalıştığı “Saakaşvili’nin Amerika’dan habersiz,  hatta Amerika’nın uyarısına rağmen Güney Osetya’ya saldırdığı iddiasına kargalar güler.   Böyle sömürge valisi cinsi besleme lidercikler Amerika talimat vermeden tuvalete bile gidemez.)   11 Eylül olayının da Amerikan ekonomisinin 2001’de resesyona girdiği ortaya çıkınca patlak verdiği düşünülürse,  Saakaşvili’nin Güney Osetya seferini de Amerika’nın yeni 11 Eylülü olarak tanımlayabiliriz.

 

Rusya doğal olarak Amerika’nın Gürcü maskesiyle Kuzey Kafkasya’dan yumuşak karnına girmesine izin veremezdi,  tepkisi sert oldu.   Amerikan yönetimi belli ki Rus ordusunun böyle bir tepkiyi verebilecek kadar toparlanamamış olduğunu ummaktaydı;  umdukları dağa kar yağdı.   Ancak bu sonuç kesinlikle Amerika’nın pes edeceği şeklinde yorumlanmamalıdır.    Amerika Amerika olarak kalmak için potansiyel hasımlarıyla dolaylı yoldan da olsa kapışmak ve hesaplaşmak zorundadır.   Nitekim dün Amerika  füze kalkanı konusunda Polonya ile anlaştığını açıkladı.   Bugün de Rus genelkurmay başkan yarıdmcısı bu anlaşmanın “cezasız kalamayacağını” söyledi.   Ayrıca ABD yönetiminin “insanî yardım” adı altında Gürcistan’ın havaalanı ve limanlarına asker yerleştirmeye çalıştığı da görülüyor.   Kısacası,  ABD’nin gerilimi tırmandırma politikası devam ediyor.

 

Bu konulardan Türkiye’ye gelelim.   Hem küresel kriz sürecinin,  hem de ekonomik hayatta devletin ağırlığının artması sürecinin ekonomisini tamamen sıcak paraya bağımlı hale getirmiş ve devletçiliği tasfiye etmiş olan Türkiye’nin başını çok ağrıtacağını daha önce çok anlattığım için bu konuya yeniden girmiyorum.   Amerika’nın saldırganlığı ise özellikle Gürcistan bağlamında Türkiye için çok kritik bir konu olduğu için ona kısaca değinmek şart.    Amerika Gürcistan’da ve Ukrayna’da turuncu devrimleri demokrasi dünyaya yayılsın diye değil,  Rusya’yı iki kanadından kuşatmak için yaptı;  yani aklı olanlar için oyunun ne olduğu en başından belliydi.   Büyük komşusuyla kendisine bulaşmadıkça iyi geçinmek zorunda olan Türkiye en başından Amerika’nın bu planlarına mesafeli durmak zorundaydı,  fakat Gürcistan konusunda bu böyle olmadı;  Türkiye NATO adına Gürcü ordusunu eğitmek,  Gürcistan’da askerî tesis inşa etmek gibi işlere girişti.   Tabii bunun sonucunda son çatışmadan sonra Rusya’nın yarı-resmî yetkilileri (milletvekilleri gibi) tarafından Türkiye Gürcüleri Rusya’ya karşı kışkırtan ülkeler arasında yer almakla suçlandı.

 

Türkiye’de bu yanlış kararın arkasında olanlara sorarsanız eminim ki cevapları hazırdır:  Türkiye’nin Gürcistan’daki stratejik çıkarları.   Elbette Türkiye’nin Gürcistan’da takip etmesi gereken birçok mesele var.   Var da,  Amerika’nın öncülüğünde NATO kisvesiyle Gürcistan’a girdiniz de,  Rusya’yı kuşkulandırmak dışında bunca yıldır hangi stratejik kazanımı elde ettiniz?   Nüfusları yüz binleri bulan,  kesinlikle bir özerk bölge sahibi olmayı hak eden  Kazak-Borçalı’daki Karapapak Türkleri için ne yapabildiniz?   Bırakın Karapapakları,   genç Cumhuriyetin SSCB ile yaptığı anlaşmalarda bir anlamda Türkiye’nin garantörlüğüne tevdi edilen Batum merkezli özerk Acara bölgesi Saakaşvili ordusu tarafından işgal edilirken sesiniz çıktı mı?   Saakaşvili eski Gürcü bayrağını Ortaçağdaki Gürcü Krallığının beş haçlı bayrağıyla değiştirirken veya Acara’yı Müslüman düşmanı misyonerlerle doldururken ne yaptınız?   Peki ya Türklüğün 1946’dan beri kanayan bir yarası olan Ahıska Türklerinin Ahıska’ya geri getirilmesi meselesini neden 17 yıldır halledemediniz?    Birkaç milyonluk fakir bir ülkenin ordusunu eğiteceksin,  ekonomisini destekleyeceksin,  fakat oradaki soydaşlarının gasp edilmiş hakları konusunda hiç sesin çıkmayacak...   Bu nasıl bir politika,  daha doğrusu politikasızlık?   Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı derseniz,  Amerikan vatandaşı Tansu Çiller ve şürekâsının tezgâhladığı bu Amerikan operasyonu hiç şüpheniz olmasın ki Rusya’nın Gürcü ordusunu dağıtmasıyla tarihe intikal etti.   (Bu arada,  eğer bu işi yapanların gerçek niyeti Türkiye’ye enerji konusunda seçenek yaratmak olsaydı BTC saçmalığından önce Türkiye ile İran ve Türkmenistan arasında bir boru hattı yaparlardı.)   Tabii geçenlerde temeli atılan Kars-Tiflis-Bakü demiryolu da maalesef bundan sonra bir hayal olarak kalır.   (Halbuki o işin doğru yolu da İran’la anlaşıp ve Karabağ’ı Ermeni işgalinden kurtarıp Nahcivan’ı Azerbaycan’a bağlamaktan geçiyordu ama,  Amerika amcamız kötü çocuk İran’la oynamamıza,  hele Ermenistan’ı kızdırmamıza izin vermez ki!)  

 

Sonuç olarak,  Türkiye Gürcistan’la yürüttüğü Amerikan güdümlü yakınlaşma politikasından şu an itibarıyla Rusya’yı kuşkulandırmak dışında somut olarak hiçbir şey elde edememiş durumda.     Sovyetler Birliği dağılalı 17 yıl olduğuna göre karşımızda esaslı bir başarısızlık tablosu var.   Atanmışıyla,  seçilmişiyle bunu becerenlere mübarek olsun!    Tabii bundan sonra asıl risk Türkiye’nin Amerika’nın provokasyonlarına kapılarak (meselâ insanî yardım adı altında Montreux’ye aykırı olarak Boğazlardan Amerikan savaş gemilerini geçirmek gibi hatalı adımlar atarak)  Rusya ile karşı karşıya gelmesi.   Allah saklasın!  Allah saklasın ama,   atanmışıyla,  seçilmişiyle Türkiye’yi yönetenlerin halini gördükçe bu konuda endişeye kapılmayı yersiz bulmuyorum doğrusu.


HUKUKÎ UYARI: selimsomcag.org sitesinde yer alan bilgi, haber ve yorumlar güvenilir olduğuna inanılan kaynaklardan derlenen veriler ve bunlara dayanan kişisel yorumlardır. Kamuoyunu aydınlatmak amacıyla yayınlanan bu bilgi ve yorumlar hiç bir şekilde tavsiye veya yatırım danışmanlığı niteliği taşımaz. Bu bilgi ve yorumlara istinaden yapılacak işlemler sonucunda doğabilecek zararlardan selimsomcag.org hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2014 Selim Somçağ. Her Hakkı Saklıdır.