SELİM SOMÇAĞ
Ekonomik Danışmanlık

Bağımsız, Objektif, Güvenilir



AKP’NİN EKONOMİ POLİTİKASIZLIĞI (28 Mart 2012)


Türkiye’nin IMF-AB dayatmasıyla ortaya çıkan kronik cari açık sorununa 2000 yılından beri ısrarla dikkat çeken bir iktisatçı olarak AKP hükümetinin son zamanlarda cari açıkla baş edebilmek için ne hallere düştüğünü ibretle izliyorum. 
 
Önce şunu not edeyim: 2004, 2005, 2006, 2007 yıllarında aralarında âcizâne benim de bulunduğum bir avuç insan hükümeti giderek büyüyen cari açık konusunda her fırsatta uyarırken şu andaki hükümette de başka bir şeyin bakanı olan o zamanki bir bakan ikide bir hükümetin politikasını şu vecizeyle savunurdu: “Cari açık finanse edilebildiği sürece sorun değildir.” Size “Burası deprem bölgesi ve eviniz depreme dayanıksız, güçlendirin” diyen deprem uzmanına “Boş ver, deprem olmadıkça bu ev yıkılmaz” cevabını vermekle eşdeğer olan bu içi boş demagojiyi ilgili zat gazeteciler ne zaman cari açıkla ilgili soru sorsa telesekreter mesajı gibi aynı kelimelerle tekrarlardı. Son zamanlarda kendisinden bu rahatlatıcı cümleyi duyamıyoruz, acaba neden? 
 
AKP’nin şu anda cari açıkla mücadele stratejisinin birinci ayağı propaganda. Bu zor görev son hükümette Ekonomi Bakanlığı adıyla oluşturulan yeni bakanlığa yüklenmiş. İlgili bakanın Ocak 2012 cari açığının Ocak 2011’e göre tam 25 milyon dolar (6 milyar dolarda 25 milyon dolar, yani % 0.4) azalması üzerine kamuoyuna “Cari açık azalmaya devam ediyor” açıklamasını yapması gerçekten kahramanca bir çabaydı, takdirle izledim. Yaptığım hesaba göre cari açık bu tempoyla azalmaya devam ederse Türkiye’nin Ocak sonu itibarıyla USD 77 mia olan yıllık cari açığı tam 256 yıl 8 ay sonra sıfıra inmiş oluyor. Yani korkacak bir şey yok, ne demişler, sabırla koruk helva olur! 
 
Öte yandan hükümet cari açığı azaltmaya yönelik ekonomik tedbirler almaya da çalışıyor. Bu çerçevede geçen yılın sonlarından itibaren hükümette ve AKP medyasında bir “yerli üretim” söylemi yükselmeye başladı. Bu yaklaşımın zirve noktası da başbakanın otomotiv sanayicilerini yerli otomobil yapımına teşvik etmesi oldu. Bugünün şartlarında bunun ne kadar gerçekçi bir hedef olduğu tartışılır, ama ilke olarak uzun yıllardan beri ilk defa bir başbakanın yerli üretimin önemini vurgulaması ve Türk sanayiine bu yönde hedef göstermesi çok yerinde. Yalnız bu doğru bize şunu unutturmamalı: AKP daha önceki icraatında Özal’dan sonra Türkiye’nin ulusal kalkınma geleneğine ve yerli sermayeciliğe en radikal biçimde karşı çıkan, ABD ve Avrupa’nın gelişmekte olan ülkelere dayatmaya çalıştığı küreselleşmeci, özelleştirmeci liberal söylemi en çok savunan ve uygulayan hükümet oldu. Tekel, Türk Telekom, Erdemir gibi Türkiye’nin en önemli kamu kuruluşlarını özelleştirdi, her alanda yabancı sermayenin önünü açtı. Bu furyada ülkeye akan yabancı sermayeyi de(tutarlı bir kalkınma politikası olmadığı için) yatırım-kalkınma hedefinden çok cari harcamaları finanse etmek için kullandı. Merkez Bankası da bu paranın kurları geriletmesine izin vererek cari açığı ve dış borcu daha da tırmandırdı. AKP iktidara geldiğinde yabancı semayeli şirketlerin Türkiye’den yurt dışına yaptığı yıllık kâr transferi USD 100 mio.un altındaydı. Yabancı sermayeye yapılan satışlar sonucunda bu rakam 2010 yılından başlayarak USD 3 mia.a oturdu. Ağırlıklı olarak Türkiye’de Türk halkına mal veya hizmet satarak para kazanan bu şirketler yabancı sermayeli oldukları için her yıl USD 3 mia.ı kendi ülkelerine transfer etmeye devam edecekler. Bunun her yıl Türkiye’nin sermaye birikimine, kalkınmasına, tasarruflarına verdiği zarar bir yanda; öte yandan da her yıl Türkiye’nin döviz dengesine getirdiği yük var. AKP şu anda içiden çıkmaya çalıştığı kuyuyu kendi kazdığını asla unutmamalı! 
 
Bu işler olurken ben bu konularda çok yazdım, fırsat buldukça medyada konuştum. AKP yönetimi bizim gibi farklı görüşleri savunanları dinlemek zahmetine bile katlanmadı, başbakan paldır küldür yürütülen özelleştirme ve yabancıya satış furyasını “Sermayenin milliyeti yoktur” gibi iktisat tarihinin gerçeklerine taban tabana zıt bir sloganla veya “Sermaye ırkçılığı yapmayın!” gibi orijinal deyimlerle savunmayı tercih etti. Bu dediklerim çok eski olaylar değil, küresel krizin üçüncü yılı olan 2010’da bile AKP yönetimi bu kafadaydı! Ne zaman ki 2011’in ikinci yarısında döviz kurları sıçramalarla yükselmeye başladı, çok güvendikleri, hep el ele oldukları Amerikan finans kuruluşları “Sizin cari açığınız çok yüksek, bunun sonu iyi olmaz” makamında raporlar yayınlamaya başladı, işte o zaman AKP’nin ayakları suya erdi. Birden 180 derecelik bir tornistanla “Sermayenin milliyeti yoktur” vecizesinin yerini “yerli otomobil hedefi” aldı, onun da ötesinde iş “cari açığı kapatma hedefiyle petrol ithalatını azaltmak üzere çok yakıt tüketen eski model arabaların daha çok vergilendirilmesi” gibi Zihni Sinir projelerine kadar geldi dayandı. Maalesef bu saatten sonra bu tür tedbirlerle cari açığın anlamlı boyutta kapanması imkânsız. Kaldı ki artık Türkiye’nin döviz cephesindeki bütün sorunu cari açıktan ibaret de değil. Cari açık kapanmış olsa bile 2005’ten başlayarak ülkeye akan yüz milyar dolarlar mertebesindeki sıcak para veya banka kredisinin Türkiye’den çıkma riski her zaman mevcut; yeni döviz borcu bulamadığınız zaman o çıkışı nasıl finanse edeceksiniz? 
 
Ekonominin e’sinden anlamadığı halde ekonomik gidişatı “AKP hükümetinin büyük başarısı” olarak görülmemiş bir fanatizmle savunan, en ufak eleştiri karşısında da saldırganlaşan AKP medyasına da bir çift sözüm var. Bunlar yıllık cari açığın geçen Kasımda 600 küsur, Aralıkta da 900 küsur milyon dolar daralması üzerine “Gördünüz mü, cari açık da kapanıyor işte, bizi kıskananlar çatlasın!” havasında bayram yaptılar. Gerçekten acıklı bir cehalet tablosuydu. Yahu Türkiye gibi özel sektörün gırtlağına kadar dış borca, vatandaşınsa gırtlağına kadar banka borcuna battığı, yüz milyar dolarlar mertebesinde sıcak para stokunun üstünde oturan, buna karşılık net bazda tek kuruş döviz kazancı olmayan bir ülkede cari açık 79 milyardan 77’ye değil, 57’ye veya 37’ye düşse ne olur? 27’ye düşse ne olur? Siz bu ekonomiden geri dönmemek üzere 27 milyar dolar çıkacak olursa ortalığın ne hale geleceğinin, kurların nereye çıkacağının farkında mısınız? Cari açık 77 milyara düştü diye bayram yapmak nasıl bir gaflettir? 
 
AKP’nin ekonomi politikasına dönecek olursak, bu dediklerimden “AKP eskiden ekonomide hatalar yaptı ama, neyse ki son zamanda doğru yolu buldu” sonucu çıkmasın. Maalesef durum böyle değil. Sadece bu boyutta kronik cari açığın küçümsenecek bir şey olmadığını, bunun er geç ekonomiyi rayından çıkaracağını anladılar, fakat onu da Türkiye’nin bu sorundan hasarsız kurtulabilmesi ihtimalinin ortadan kalkmasından çok sonra, yani çok geç anladılar. Onun dışında ekonomi yönetiminde kafa karışıklığı, miyopluk, vizyonsuzluk olanca hızıyla devam ediyor. Yakın tarihten bir örnek: Geçen yıl sonuna doğru döviz hareketlenince Merkez Bankası Başkanı Başçı basın toplantılarında vatandaşı daha fazla döviz borcuna girmemeleri konusunda uyarmaya başladı. Çok yerinde ve 2001 krizinin sorumlularından, halen beyaz medyanın baş tacı eski başkan Gazi Erçel’in devalüasyondan bir gün önce televizyonda “Asla devalüasyon olmayacak” diye halka güvence verdiği hatırlanacak olursa, devlet etiği açısından da takdire şâyan bir hareketti. Sonra Ocaktan itibaren bir yandan Fed’in, bir yandan da AMB’nin piyasalara taze para pompalaması ve bunun bir miktarının Türkiye’ye akmasıyla dolar kuru 1.80’in altına inince Başkan Başçı anîden 180 derece döndü, bir basın toplantısıyla “TL’nin bu yıl doları yeneceğini” ilân etti, bu öngörüsünü de Fed’in bu yıl 3. bir parasal genişleme harekâtı yapacak olmasına dayandırdı. Bir ayla farkla yapılan tornistanın ciddiyetsizliğini bir yana bırakalım... Bir ülkenin merkez bankası başkanı kur stratejisini nasıl olur da başka bir ülkenin merkez bankasının kararlarına bağlar? Ayrıca Başçı Bernanke’den QE3’ün zamanlamasıyla ilgili taahhütname mi almış? Almadıysa başka bir ülkenin merkez bankasının ne yapacağı hakkında nasıl açıklama yapabiliyor? 
 
Küresel krizin şimdiye kadar İzlanda, Yunanistan gibi küçük kurbanlarla yetinmesi başta Fed olmak üzere büyük merkez bankalarının çok büyük miktarlarda karşılıksız para basmasıyla, batık kurumların ve ülkelerin bu paralarla yüzdürülmesiyle mümkün oldu. Bu ülkeler arasında elbette Türkiye de var; krizden ekonomimizin gücü ve kriz yönetimi becerimizle sıyrıldığımız iddiası tamamen safsatadır. Gelgelelim ekonomiden birazcık anlayanlar bile para basmanın kalıcı bir tedbir olamayacağını, yıllarca sürdürülemeyeceğini bilir. Nitekim Fed’in dolar arzını arttırma stratejisi aşamayacağı bir duvara dayanmak üzere. Bu para kesildi mi Türkiye’nin bu kadar yüksek cari açık ve bu kadar dışa bağımlı finansman yapısıyla ne hale düşeceğini hayal etmek bile ürkütücü. Hükümetin şimdiye kadar ekonomide izlediği rotasız ve pusulasız seyir bu ihtimale hiç de hazırlıklı olmadığını ve bu saatten sonra da olamayacağını ortaya koyuyor. Onun için herkesin kendi tedbirini almasında yarar var, benden söylemesi... 

HUKUKÎ UYARI: selimsomcag.org sitesinde yer alan bilgi, haber ve yorumlar güvenilir olduğuna inanılan kaynaklardan derlenen veriler ve bunlara dayanan kişisel yorumlardır. Kamuoyunu aydınlatmak amacıyla yayınlanan bu bilgi ve yorumlar hiç bir şekilde tavsiye veya yatırım danışmanlığı niteliği taşımaz. Bu bilgi ve yorumlara istinaden yapılacak işlemler sonucunda doğabilecek zararlardan selimsomcag.org hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2014 Selim Somçağ. Her Hakkı Saklıdır.