Türkiye’de Sanayileşmenin Durması
ABD sanayiinin 1970’lerde rekabet üstünlüğünü kaybetmesiyle üretim tesislerini başka ülkelere kaydırmaya başladığını, bunun sonucunda ABD’de 1970’te istihdamda % 30 olan sanayinin payının bugün % 10’a düşmüş olduğunu 3 Hazirandaki yazımda anlattım. 2002-2008 arasında TL’nin dolara karşı reel değerinin iki katına çıkması Türkiye’de de aynı süreci başlattı. Bu şekilde reel ücretlerde ortaya çıkan yapay artışın yarattığı rekabet gücü kaybına AKP’nin neoliberal reçete doğrultusunda devletin sanayileşmeye verdiği desteği durdurması, verimli olanlar dahil bütün KİT’leri haraç mezat satması da eklenince Türkiye de sanayisizleşme sürecine girdi.
Bu süreci istihdam rakamlarından okuyabiliyoruz. 2002’de toplam istihdamın % 35’i tarımda, % 19’u sanayide ve % 42’si hizmet sektöründeydi. TL’nin reel değeri 2008 yazında zirve yaptı, dolayısıyla TL’nin aşırı değerlenme sürecinin sonucunu 2009 istihdam rakamlarından görmemiz mümkün. 2009’da tarımın istihdamdaki payı % 25’e düşmüş. 1960 - 2000 dönemi istihdam rakamlarından görülebileceği gibi, AKP’nin her fırsatta kötülediği “Eski Türkiye” şartlarında tarımdan kopan bu 10 puanlık istihdam payının çoğu sanayiye giderdi. Ne var ki 2002-2009 döneminde böyle olmamış, tarımın istihdamdaki payı 10 puan azaldığı halde sanayinin istihdamdaki payı yerinde saymış, yine % 19 olmuş. Buna karşılık hizmet sektörünün payı % 24’den % 50’ye yükselmiş, tarımdan kopan 10 puanlık istihdamın 8 puanı buraya kaymış. Geri kalan 2 puan da tahmin edileceği gibi inşaat sektörüne gitmiş.
2003-2008 dönemi AKP’ye ve o zamanlar AKP üst düzeyinde görev yapıp bugün AKP’ye muhalefet edenlere göre Türkiye’nin hızla zenginleştiği ekonominin altın çağıdır. Ne var ki küresel dolar bolluğunun sanayileşme ve kalkınma yerine TL’nin aşırı değerlenmesine ve ona bağlı olarak ithal mal tüketimine ve konut spekülasyonuna yönlendirilmesiyle ortaya çıkan bu yapay refah döneminin ekonomik röntgenini istihdam rakamları gözler önüne sermekte: Bu dönemde Türkiye’nin yegâne çıkış yolu olan sanayileşme süreci durmuş, tarım ve hayvancılığın da neoliberal mantıkla ihmal edilmesinin yol açtığı kırsaldan hızlı kopuşla şehirlere yığılan istihdam fazlası olduğu gibi hizmet ve inşaat sektörüne, yani düşük vasıflı, düşük gelirli bir istihdam alanına mahkûm edilmiştir.
2013’ten başlayarak Türkiye’ye finansal sermaye akışının yavaşlaması iş güvencesi ve katma değeri sanayiye göre düşük olan hizmet ve inşaat sektörü çalışanlarının çoğunun hayat standartlarını koruyabilmek için borç batağına gömülmesine yol açtı. Beklediğim gibi bundan sonra küresel likidite daha da daralacak olursa bankalar da bu kesimi fonlayamaz hale gelecek ve bu kesimin çoğu geniş bir varoş yoksulları katmanı oluşturacak. AKP’nin birçok şehrimize doldurduğu milyonlarca mültecinin de Türkiye’nin yoksullaşmasından paylarını alacağını düşünülürse büyük şehir varoşlarında ortaya çıkabilecek huzursuzluklara karşı şimdiden tedbir almak gerekir.
AKP Türkiye’nin sanayileşme sürecine son verirken ucuz bir popülizmle Türkiye’nin her ilinde mantar gibi devlet üniversiteleri türetmeye başladığı gibi özel üniversiteciliğin de önünü açarak büyük şehirleri merdivenaltı üniversitelerle doldurdu. Ekonomiye faydadan çok zarar getireceği aşikâr olan bu üniversiteler taşra illerinde “Şehrinize hocalar, öğrenciler gelecek, evlerinizin kirası yükselecek, esnafınız para kazanacak” diye pazarlandı. Sonuçta bugün nüfusu Türkiye’ye çok yakın olan sanayi ve teknoloji devi Almanya’da 3 milyon üniversite öğrencisi mevcutken Türkiye’de bu sayı 8 milyon. Çocuklarını büyük fedakârlıkla bu gecekondu veya merdivenaltı üniversitelerde okutarak onların sınıf atlayacağını uman alt ve orta gelir grubundan milyonlarca aile bugün 1 milyonun üzerindeki kayıtlı üniversite mezunu işsiz ve AVM kapılarında güvenlikçilik yapan üniversite mezunlarının oluşturduğu acıklı tablo karşısında hayal kırıklığı içinde. Bu tablonun diğer yüzünde ise Türkiye’de uygun şartlarda iş bulamadığı için Batı ülkelerine göç eden iyi üniversitelerden mezun binlerce genç doktor ve mühendisimiz yer alıyor.