ABD’nin Yükselişi ve Düşüşü
ABD II. Dünya Savaşından dünyanın rakipsiz sanayi ve finans gücü olarak çıktı. Avrupave Japonya savaşta ağır tahribat gördüğü içinsanayi mallarına, hatta tarım ürününe ihtiyaç duyan her ülke ABD’nin kapısını çalmak zorundaydı. Bu durumun doğal sonucu olarak savaş sonrası dünyanın finansal yapısı kurulurken ABD doları sistemin merkezine alındı, diğer gelişmiş ülke para birimlerinin değeri dolar üzerinden belirlendi. Artık dış ticaret ödemeleri İngiliz sterlini ile değil dolar ile yapılacak, merkez bankaları döviz rezervi olarak sterlin yerine dolar biriktirecekti.
Bunun dayatma olduğu sanılmasın. Dünyanın ihtiyaç duyduğu malların çoğu sadece ABD’den tedarik edilebiliyordu, bu yüzden doların dünyanın rezerv parası olmasını diğer ülkeler memnuniyetle karşıladı. Böylece Amerikan kapitalizminin altın çağı başlamış oldu. ABD uzun süredir dünyanın en büyük ekonomisiydi ama artık aynı zamanda dünyanın en büyük ihracatçısı ve bankeriydi. Bu sistem içinde ABD 1970’lere kadar lider konumunu sürdürerek çok hızlı büyüdü ve gıpta edilen bir refah toplumu oldu.
Ne var ki Japonya’nın ve Almanya’nın savaşta ağır tahribata uğraması ve yoksullaşması zaman içinde avantaja dönüştü. Savaş sonrasında ABD sanayiinin verimliliği bu ülkelere kıyasla çok yüksekti. Fakat Almanya ve Japonya’nın savaşta zarar görenbirçok sanayi tesisi sıfırdan kuruldu ve bu sayede en ileri teknolojiye sahip oldu; ABD’de ise savaş öncesinden kalan işletmeler varlığını sürdürdü. Böylece Alman ve Japon sanayii ABD ile aralarındaki verimlilik farkını 1970’lere kadar büyük ölçüde kapattı. Bu iki ülkenin ABD’ye göre ikinci avantajı ise işçi ücretlerinin daha düşük olmasıydı. Bu etkenler sonucunda 1970’lere gelindiğinde Japonya ve Almanya’nın ihraç malları dünya pazarında ABD malları ile rekabet etmeye, hatta ABD pazarına nüfuz etmeye başladı.
1973’tekiArap-İsrail Savaşından sonra petrol ihracatçısı Arap ülkeleri savaşta İsrail’i destekleyen ABD, Kanada, İngiltere, Hollanda ve Japonya’ya petrol ambargosu uygulamaya başladı. Bunun üzerine 6 ay içinde petrolün varil fiyatı 3 dolardan 12 dolara yükseldi, bu da küresel enflasyona yol açtı. Petrol kaynaklı enflasyondan gelişmiş ülkeler içinde en çok yoğun petrol tüketimine dayalı bir yapısı olan ABD ekonomisi etkilendi. ABD’de 1972’de % 2 olan enflasyon 1974’te % 12’ye tırmandı.Fakat Amerikan ekonomisi petrolü tasarruflu kullanarak yeni duruma uyum sağlamayı başardı ve enflasyon 1976’da % 5’e düştü.
Öte yandan petrol fiyatındaki yükseliş ABD’nin dış ticaretteki rekabet gücünün azalmasıyla birleşince Amerikan ekonomisi 1974’ten başlayarak dış ticaret açığı vermeye başladı. Bu arada dolar da değer kaybetmeye başlayınca ABD bu defa sanayi malları aracılığıyla enflasyon ithal etmeye başladı ve enflasyon yeniden yükselişe geçerek 1980’de % 15’e ulaştı. Böylece Amerikan ekonomisi sürekli büyüyen dış ticaret açığı ve yüksek enflasyonuyla, azalan kâr oranlarıyla, eriyen reel ücretleriyle hastalıklı bir ekonomiye dönüştü.
Bunun üzerine Fed politika faizini hızla artırmaya başladı, 1979 başında % 10 olan faiz 1981’de % 20’ye çıktı. Sonuçta iki yıl içinde enflasyon % 2.5’e düştü ama bu arada ekonomi resesyona girdi, işsizlik oranı % 10’u aştı. Başkan Reagan ekonomiyi canlandırmak için vergi oranlarını indirirken kamu harcamalarını artırdı. Buna karşılık Fed Başkanı Volcker enflasyonun yeniden canlanacağı korkusuyla likidite genişlemesini sınırlı tuttu. ABD’nin bütçe açığı artarken dolar arzının yeterince artmamasından ötürüenflasyon düştüğü halde ABD devlet tahvili faizleri % 10’un altına gerilemedi. Diğer gelişmiş ülke devlet tahvillerinde bu denli yüksek getiri olmadığı için buralardan ABD tahvillerine para akmaya başladı, bu akış da doların sürekli değer kazanmasına yol açtı. Öyle ki 1980-1985 arasında dolar Japon yeni, Alman markı, Fransız frangı ve sterline karşı % 50 değer kazandı, bu da ABD’nin dış ticaret açığının daha da artmasına yol açtı.
Volcker’ın sıkı para politikası ABD ekonomisinin iki hastalığından biri olan enflasyonu tedavi etmiş fakat ikincisi olan dış ticaret açığını daha da azdırmıştı. ABD’nin bu ikilemden çıkma çabalarının 10 yıl içinde nasıl bambaşka bir ABD yarattığını gelecek hafta göreceğiz.